Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme… Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
YALNIZLIĞIMLA BİRLİKTE YAZIYORUM
Yazarın, yazılı şeyin yalnızlığıdır!..” der Marguerite Duras. Ve ardından ekler: “Bedenin bu gerçek yalnızlığı, yazının dokunulamaz yalnızlığı haline gelir.”
Yalnızlık hazır bulunmaz, oluşturulur. Yalnızlık, yalnız başına oluşturulur.
Yazmak, insanın içinde saklı yabancıya ulaşmasıdır. Yabancılık da yalnızlıkla ilişkili bir farklılıktır.
Yazar belki biraz kendisi için, çoğunlukla da başkaları için hayatını feda eden insandır. Ve zaman akar gider yazarken…
Zaman gerçekten yenilmez midir peki?..
Evet___ Zaman daima kazanan taraf oluyor ve biz ise insanoğlu olarak bu savaşı kaybetmeyi kabullenmiş durumdayız. Yenemeyeceğimiz bir rakibimiz olduğunu biliyoruz.
Johann Wolfgang von Goethe, “Genç Werther’in Acıları” romanını yazdığında 25 yaşındaydı, yıllardan 1774 yılıydı ve romanı iki haftada yazmıştı. Aradan geçen 2 asırdan fazla zaman içinde ne Goethe, ne de yazdığı roman kıymetini hiç yitirmedi. 1774 yılında bir kitabı yazmak, yayınlamak ve saklamak konusunda yaşanabilecek zorluklar ise herkes tarafından kolaylıkla tahmin edilebilir. Goethe romanını kaleme almamış olsaydı, aklında tutmuş veya arkadaşlarına biraz bahsetmiş olsaydı ne olurdu?.. Şüphesiz unutulurdu ve tarihin fikir çukurunda kaybolmuş olurdu.
Marguerite Duras’ın Yazmak isimli kitabında, yazmayı yaşamak kadar önemli buluyor. Bu noktada hakkı var. Yazmak düşünmektir, aldırmaktır, umursamaktır, önemsemek ve endişe etmektir. Her ne kadar acı verse de yalnızlık değerlidir. Sessizliğin sesini ve yalnızlıkta ortaya çıkan kendinizi dinlemek ve anlatmak önemlidir. İşte “yazmak, içinizdeki yabancıya ulaşmaktır” derken, o yabancının kim olduğunu düşünmek gerek. Yazar, anlamakla ve anladıklarını anlatmakla yükümlü kişi ve insanlık tarihini tarihçilerden daha gerçekçi aktarması gereken bir memurdur.
Yazmak, kelimelere hayat vermekle kalmaz, zamanı durdurur. Yazan kişiyi ölümsüz yapar. Yazar ölse bile yazdıkları yüzyıllarca insanlara ilham verir.
İşte bende zamanı durdurmak ve belki birilerine de ilham veririm diye kalemle kâğıdı buluşturup yazıyorum, onların birbirleriyle buluşup arkalarında iz bırakarak yürümeleri beni mutlu ediyor. Ve yazıyorum. Beğenilecek mi ya da kötü eleştirilecek mi diye hiçbir kaygım olmadan…
Bir Hadis-i Kutsi’de; “Kendini bilen, Rabbini bilir,” buyruluyor. Kanımca insanın kendisine ve dolayısıyla Yaratan’ına ulaşmadaki yoluna işaret ediliyor. İnsan ve yazarın yalnızlığa sığındıkça kendisine ulaştığı ve düşünme adına olumlu bir adım attığı bir gerçekse, bununla yaratılış amacımız arasında bir bağ olmalı…
İnsanın sadece kendi tecrübelerinden değil, başkalarının tecrübelerinden de yararlanması gerekir. Bunu ifade eden güzel bir söz: “Akıllı insan, yaşadıklarından ders alandır. Daha akıllı olanı ise, başkalarının yaşadıklarından ders alandır.” Bunu gerçekleştirmenin en kolay ve sağlıklı yolu ise, tabii ki okumaktır. Ve İşte bu noktada Yüce dinimiz de okumaya büyük önem vermiştir. Nitekim, Kuranı Kerim’in ilk inen ayeti Alak Sûresinde Kur’an’ın ilk emri ‘Oku!..’ olmuştur. Doğrudur. Kur’an’ın ilk emri okumaktır. Ne var ki, bu ilk Kur’anî kelimenin devamını okumayı, hemen her zaman ihmal ediyoruz. Ve okumuyoruz…
Okunmayacağını bile bile___ işte yeniden yalnızlığımla birlikte___ yazmak için___
Delik deşik bir sabaha daha uyanıyorum.
Yokluğu kalbimde yurt kuralı, bedenim kefen soluyor. Bitimsiz, ebedi bir sürgün bu biliyorum, bu yüzden kül kokuyor gözlerim. Nedense kendi hikâyemden sürülmüş bir asi gibi hissediyorum kendimi. Bir türlü ileri gidemiyorum, geride bırakmadan bir şeyleri.
Bazen gecenin karanlığında sessizce yürürken aniden bir şey kıpraşır içimde. Sanıyorum size de oluyordur. En unuttuğun, artık hatırlamayacağım dediğin andır o an. Hatıralar tüm gücüyle kalbine saldırır, hunharca…
Çaresiz başını eğersin diline şu cümleler gelir; “İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi.”
İçimde yankılanır aksi seda. Her söz mükerrer duyulsa bile kaynağından çıkışı tek! Bir yanım yangın, bir yanım derya!
Yetmiş sadece bir sayı değil miydi?
Bu sayının ardında neler neler gizlenmiş? Üzerine toprak atıla atıla gömüşmüş çok şey var şimdilerde kuyuya sığmayan. Kuyu dipsiz değil ama kapatamıyor atılan topraklar yine de. Hüzün yağınca dağılıyor yeniden sağa sola ve gizlenen ne varsa vuruyor insanın suretine. İçimdeki isyan suskun, düşünceli…
Yetmiş yedi sadece bir sayı değil mi?.. Ama muhtevası da önemli?.. Yetmişin yedinin içinde kaç tane bir var?..
Yan yana gelseler neler olur neler?.. Okunabilir mi o sayı, çıkılabilir mi o kesretten?.. Ebedi ve ezeli olanın yanında yetmişin hükmü nedir?..
Ben sizi sevdim insanlar. Sizde hissedilen duyguları fener yaptım kendime, gönlüme doğrulttum.
Zaman zaman gördüğüm aranızdaki bu muhabbet notu gönülden taşırdı bazı şeyleri. Yazdıklarım satır satır aksın istedim. Ancak cılız kalemden gür kelimeler zor çıkar.
Yürekte birikenler dökülemez ise kâğıda insan kaç yıl yaşar?..
Bilir misiniz?..
Yürekte birikenler dökülemez ise gözlerden, ne kadar dayanılabilir ki?..
Bilir misiniz?..
Ama ben çok iyi bilirim, hayat bazen sadece bir yokuş olur, bunu siz de gayet iyi bilirsiniz! İnsan biriktirdiği insanların ağırlığı altında ezilir. Heyecanlar köşeye itilir. Ağaç tepelerinin hışırtısı duyulmaz. Böğürtlen toplayan çocukların sevinci unutulur. Sadece ince bir iplik kalır insan ile dünya arasında. Bir soluk… Bir yalnızlık… Bir ilgisizlik ki değme gitsin..
Yine bilirsiniz, güneşe sadece batarken bakılabilir. Sanki sebep ona bakmakmış gibi, yasak meyvenin hazzı içimde depreşir durur.
Dünya bana karşı sanki kötülük dayanışmasına girişmiştir. Her sokağın köşesinde Şeytan’ın nefesini hissederim. Bir tek ilgi onda bana karşı. Tam ensemde durur ilgi dolu nefesi. İlgisizliği olsa olsa hüzün, yokluğu ise bir Cumhuriyet olur. Kalakalırım… Donarım… Tutuklanırım ecelin önünde… Alın yazım silinmez…
Nedense mevsim değişikleri beden ülkeme uğramıyor artık. Yüzüm hep sonbahar. Yaprak değil onu dökmek isterdim ama elimde değil. Ruhum gibi, bedenimden çıkmıyor.
Ama biliyorum böyle devam ederse onu içimde öldüreceğim. Bu son derece kanlı olacak, ölümlerden ölüm beğeneceğim. Onu bedenimden soyacağım ve atacağım kalabalıklar içinde yalnızlığıma. Soran olursa ilgisizlikten öldü dersiniz. Çünkü öldürmeyen ilgisizlik süründürür insanı.
Kışı boş verin, ilgisizlik kadar soğuk bir soğukluk yoktur.
Hâlbuki birisine ilgi göstermek, aynı zamanda o kişiye yatırım yapmak demektir. İlgi göstermek, karşınızdaki kişiye “Seni düşünüyorum”, “Seni önemsiyorum”, “Benim için değerlisin”, “İhtiyaçlarına duyarlıyım”, “Seni mutlu etme sorumluluğunu taşıyorum” demektir. Ne kadar önemli!
İnsan şeklen her yerde insandır. Fakat bir demirden hem nal hem kılıç yapılabildiği gibi, insan her yerde şeklen aynı görünse de, belirgin farklılıklar arz eder.
Yunusun “bir ben vardır benden içerü” dediği gibi, galiba bizim de içimizde bir insan vardır insandan içeri. Bu sebepten ötürü, insanın tarif edilmesi ve anlaşılması çok zordur.
İnsanlara ilgi göstermek, öğrenilebilecek bir yöntem değildir, yüreğin bir niteliğidir. Başkalarına olan ilgimizin derecesi birçok yolla belli olur. İlgimiz nasıl dinlediğimizden ve ne söylediğimizden görülür. Gösterdiğimiz nezaket ve düşünceli davranışlardan belli olur. Hiçbir şey söylemesek ya da yapmasak bile, tutumumuz ve yüz ifademizle ortaya çıkar. Eğer insanlarla gerçekten ilgileniyorsak, karşımızdakiler bunu kesinlikle anlayacaktır.
Birisine ilgi göstermek, aynı zamanda o kişiye yatırım yapmak demektir. İlgi göstermek, karşınızdaki kişiye “Seni düşünüyorum”, “Seni önemsiyorum”, “Benim için değerlisin”, “İhtiyaçlarına duyarlıyım”, “Seni mutlu etme sorumluluğunu taşıyorum” demektir. Ne kadar önemli!..
İnsan ilgi görmek isteyen bir varlık. Sevdikleri tarafından sevilmek ve bu sevginin tezahürlerini hissetmek istiyor. Beklediği ilgiyi göremeyince de vefasız sıfatını yapıştırıveriyor. Peki insan neden ilgi görmek, sevilmek ve yokluğunun belli olmasını ister?
Kendini tamamlamak diye bir mesele var. Kendi bütünlüğüne ermek de deniyor. Kişi, doğduğu andan itibaren dairesini tamamlamak için yaşar. Bu daire haliyle tamlığa denk geliyor. Kendini tam hissetmek, eksik parça sıkıntısından kurtulmak… Belki de kendi kendine yeterli hale gelmek… İşte insanın sevdiklerinden ilgi ve alaka beklemesi de bu tamlanma isteği ile bir şekilde bağlantılı bence.
Çünkü insan ilk başta başkalarıyla tamamlanacağını sanır ve bu sebeple kendi dışındakilere odaklanır. Gerçi bu tavrında haklıdır.
Çünkü yolun başında bu gereklidir. Ama yolda ilerledikçe tamamlanmanın kendi içinde olan bir şey olduğunun farkına varır. Diğerleri sadece kendini izlediği bir ayna konumuna gelmiştir. Bir diğer sebep ise tamamlandığımızın doğruluğunu karşımızdaki insanlardan duymak istememizdir. Yani onların hakkımızdaki görüşleri son derece önemlidir.
İnsanlardan saygı görmek istemek de bu konu ile irtibatlı. Meseleyi çok da açıklayasım yok. Zira insan, bir ânı bir ânını tutmayan bir varlık aynı zamanda.
Her ne kadar anlamasak ta birçoğunun davranışlarını, iç seslerini, düşünce ve tavırlarını, biz Mevlana torunuyuz şartlar ne olursa olsun, kim olursa olsun yalnız insan olsun, gel der dilimiz… Ve Yaradandan dolayı Yaratılanı severiz…
Beklenmedik anda gelen güzellikler vardır. Rabbim o güzellikleri hayatımızdan eksik etmesin… Her gün birlikte çay, kahve ve dahi sohbet keyfi yaptığınız sevdikleriniz olsun yanınızda, kalpleriniz huzurla dolsun… Hayatınıza anlam katan, güzel olan ve sizleri mutlu eden ne varsa hep hayatınızda kalması dileğiyle, yeni günün size umut dolu, sevgi dolu geçmesini dilerken, yüzünüzden gülümseme, kalbinizden umut eksik olmasın, gününüz aydın mutluluğunuz daim, neşeniz bol olsun diye, dualar ediyorum Rabbime sizler için…
Ayrıca bu gün 10 Ocak. Çalışan Gazeteciler Günü…
Bu çok önemli işe emek ve gönül veren tüm basın mensuplarımıza sağlık, mutluluk ve başarılarla dolu bir meslek yaşamı diliyor, ebediyete intikal eden değerli basın mensuplarını rahmetle anıyor, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü kutluyor, en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Tüm güzel şeyler sabırdan sonra gelir. Rabbim bizi özünden iman edip, gözünden düşmeyen kullarından eylesin. El açıp dua ettiğiniz her şey bugün kabul olsun, şükür ki karanlığın aşan Cuma’ya ulaşan dualarımız var. Gönlünüzden geçen tüm dualarınızın kabul olması dileğiyle, hayırlı Cumalar dostlarım.
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim ki olduğu gibi görünen, ya da göründüğü gibi olan herkese, her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Gönül sofranıza gönül soframdan sevgi ve muhabbetler gönderdim… Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#