1/2
Memleketimden İnsan Manzaraları: 500
500. İNSAN MANZARALARI
Bildiğiniz gibi özellikle televizyon kanallarında öyle çirkin ve acı haberler izliyoruz ki!..
Bir kısmı da gazetelere yansıyor. Okudukça tiksiniyorum. Nasıl oluyor da bu kadar çirkin, gaddar ve acımasız oluyor, insan denen bu yaratık! Sevgili şairimiz Nâzım Hikmet de, insanı “Dünyanın en tuhaf mahlûku” diye tanımlar ki, aynı düşüncedeyim.
Geçmişi bir yana bıraksak bile, bir iki yıldır İsrail’in yaptıkları ortada… Her gün dünyanın gözü önünde hem de… Öldürülen suçsuz günahsız insanlar… Bombalanan kentler, yıkılan evler, okullar, hastaneler… İşte Filistin, işte Gazze! İşte Lübnan, işte Suriye!..
Ya bizim ülkemiz? Her gün onlarcasını televizyonlarda görüp izlediğimiz, gazetelerde okuduğumuz vahşetlere ne diyelim?
Kadınlara yapılan işkence, haksızlık ve zulüm yetmezmiş gibi, birçoğu çocuklarının gözü önünde vurulup öldürülüyor.
Ya çocuklarımıza yaptığımız kötülükler!..
Bir baba, bir anne henüz 6 yaşındaki kızlarını 35 yaşındaki bir adama, “Al, bu senin karın” diye nasıl teslim eder?
Ve çevresindekiler nasıl olur da itiraz etmez; akıl almaz bu vahşete? Normal hangi akıl ve hangi mantık kabul eder; bu geri düşünceyi, bu anlamsız uygulamayı?
Üstelik o baba bir din adamı, üstelik ünlü bir mezhebin çok ünlü bir şeyhi ise!..
21. yüzyılın çeyreğinde nasıl olur böyle bir din anlayışı, nasıl savunulur böyle bir mezhep?
İyi de halkımız nasıl kabul eder, kendisini kandırıp sömürmek için uydurulan bu tür yalanları, bunca saçmalıkları?
Büyük din adamı ve kutsal bir şeyh olduğunu iddia edip kabul ettiren insanlar mı çok kurnaz ve zeki, onların her dediğini kayıtsız şartsız benimseyip her emrini gönül rızası ile yerine getirenler mi çok aptal?
Yıllar önce eşimin çok yakın bir akrabası vardı. Üniversite mezunuydu. Aynı yaşlardaydık. Bizden birkaç yıl sonra evlenip mutlu bir yuva kurmuş, üç kız babası olmuştu; kısa zamanda. İşi de iyiydi, kazancı da… Bir süre sonra:
“Bilmem hangi mezhebe kapılmış. Nesi var, nesi yoksa oraya bağışlamış. Eşinden de boşanmış. Kızlarını da aramaz olmuş” dediklerinde, inanamamıştım. Pozitif bilimlerde yükseköğrenim yapmış bir insan nasıl kapılırdı; bu tür bir kandırmacaya da kendi eliyle yıkardı mutlu yuvasını!
Sen misin böyle düşünen! Benzer bir örnek daha duymayayım mı, kısa bir süre sonra:
Dicle Öğretmen Okulunda birlikte çalıştığım değerli arkadaşlarımdan Resim Öğretmeni Recep Adakçılar telefonla aradı bir gün:
“Senin bir adaşın vardı Dicle’de. Tarih, coğrafya öğretmeniydi. Anımsadın mı?” diye sordu.
2/2
-2-
“Nasıl anımsamam, sevgili adaşımı! Neden sordun?”
“Sen Hasanoğlan’a atandıktan sonra eğitim şefi de oldu. Ama o eski olumlu ve anlayışlı öğretmen değişiverdi birden. Öğrencilere karşı acımasız ve kaba bir insan olup çıktı.”
“Yazık, hiç beklemezdim; ondan bunu.”
“Şimdi nerelerde, ne yapıyor, haberin var mı?”
“Son olarak TRT Ankara Televizyonunda görev aldığını biliyorum. Hayırdır!..”
“Pek hayırlı değil… Adaşının bir mezhebe girdiğini, dünya işlerine boş verip gece gündüz öteki dünya için çalıştığını söylesem…”
Sevgili meslektaşım Adakçılar’ın şaka yaptığını sanmıştım ama gerçekmiş meğer, verdiği haber. Bilim yolundan ayrılıp din yoluna sapanlar bir daha arayıp sormuyorlar; beni nedense.
***
Daha başka gerçeklere değinelim şimdi de. İşte 19 Aralık 2024 günlü gazetelerden bir haber:
“İzmir’in tarihi ilçesi Selçuk’taki olay, eğitim camiasını derinden sarstı. Üç öğrenci velisinin İl Milli Eğitim Müdürlüğüne yaptığı başvuru sonrası başlatılan soruşturmada 2 öğrencinin öğretmeni tarafından istismara uğradığı belirlendi. Şüpheli Öğretmen Y:Ş. görevden uzaklaştırılıp mahkemece tutuklandı.”
Öylesine sık duyulur oldu ki, bu tür haberler. “Ben de 20 yıl öğretmenlik yaptım.” demeye utanır oldum. Kimler nerden buluyor da “öğretmen” diye gönderiyor; okullara bu sapıkları? Bundan bir hafta önce de benzer ama daha farklı bir haberle şaşırıp kalmıştım. Özetleyeyim:
… ilimizdeki … adlı dinsel ağırlıklı bir okulda din bilgisi ve ahlak dersi öğretmeni evli bayan …. 12 ve 14 yaşındaki iki erkek öğrencisini istismar ettiği gerekçesiyle soruşturma açılmış. Öğrencilerin cep telefonlarında öğretmenin gönderdiği aşk mesajları da varmış.
“Yok canım, olmaz böyle şey!” diyorsunuz, öyle mi?
Pekiyi, şuna ne diyeceksiniz?
Bir ay kadar önce bir hanımın, henüz 6 aylık bile olmayan kızını, kocasının istismar ettiğini ileri sürerek mahkemede dava açtığını unuttunuz mu?
Bu haberi okuduktan sonra, “Ya bu kadın aklını kaybetmiş, ya kocası…” dedim.
Siz ne dersiniz, orasını bilemem işte!
Ve yeni, yepyeni acı mı acı bir haber daha:
Alacak verecek kavgası yapan iki kardeşten biri, annelerinin gözü önünde kardeşinin kafasına kurşun sıkar. Cansız yere yığılır kardeşi. Annesi çığlıklar atınca, eşarpla boğazını sıkıp onu da boğarak öldürür. Buna ne dersiniz?
Onu bunu bilmem. Bildiğim bir şey varsa vidaları, menteşeleri çürümüş bir kapıya yepyeni bir kilit taksak da hiçbir işe yaramaz.
1990’da yerel bir gazetede yayımlanmaya başlanan haftalık söyleşilerim 1000’e ulaştıktan sonra, Nâzım’dan esinlenerek “Memleketimden İnsan Manzaraları” başlığıyla devam ettim. 1, 2, 3 derken, gördüğünüz gibi 500’e ulaştı o da.
Bu 500. söyleşimle sizi biraz üzdümse, kusura bakmayın lütfen!
Hüseyin ERKAN
O535 371 74 83