Burgazadalı Barba Toma hakkında çok önemli ayrıntılara Akillas Millas’ın Adalı Yayınları’ndan çıkan muhteşem eseri Burgazada kitabında rastlıyoruz. Ben de bu kısa makalede Millas’ın kitabına bazı ilaveler yaptım. Şimdi hep birlikte gelin bu efsane kişiyi tanıyalım.
Barba Toma 1852 yılında doğmuş. Yalnızlığı hep sevmiş ve 1959 yılında yüz yedi yaşındayken hayata gözlerini yummuş. İnsan yaşlandıkça çocukluğuna döner derler ya, Toma da hayatının son senelerinde yüz dört yaşındayken iki de minicik diş çıkarmış. Mezarı Burgazada’nın tam tepesindedir.
Akillas Millas, Barba Toma gibi birçok insanın Burgaz’ın suyu ve havası sayesinde uzun ve sağlıklı yaşadığını yazıyor. Umarım ben de onlardan biri olurum. Toma’nın bu uzun yaşamasında hayatı boyunca ağzına içki, sigara, kahve ve de çay koymamasının da etkisi yabana atılmamalı!
Barba Toma’nın evi adanın Molos bölgesindeydi. Müstakbel kayınpederi Sakız Adalı Dimitri Bolas Molos’ta üç ev yaptırır. Dimitri Burgazada’nın önemli isimlerindendir. Yaptırdığı evlerden büyük olanı, büyük damadına çeyiz olarak verir. Bolas, kızı Maria’yla evlenince Barba Toma’ya iki küçük evi hediye eder.
Barba Toma delikanlılığında bıçkındır, ama fukaradır. Bıyığı daha terlememişken sandalıyla Burgaz’a gelenleri henüz iskele yapılmadığı için buğ gemilerinden karşılayıp kıyıya taşır. O zaman vapur yerine buharlı oldukları için onlara buğ gemileri denir. Toma pazar kayıklarında da kürekçilik yaparak kazanç sağlar. Çok güçlüdür. Gün aşırı kendi sandalıyla günde altı saat kürek çekerek Galata’nın ve Haliç’in iskelelerine gider, buralardan Burgazlıların sipariş ettiklerini alıp getirir. Düşünün ne güç, ne sabır, ne azim, ne çalışkanlık! İstanbul’da bile dillere destan olur. Maria onun tunçtan omuz, karın, bacak ve kollarıyla bronzdan tenine âşık olmasın da ne yapsın? Toma sadece fiziken mi çekicidir? Hayır tabi ki. Ayrı bir havası vardır Toma’nın. Yalnızlığı çok sever.
Yıllar sonra ne zaman ki Burgazada’ya iskele yapılıp da buğ gemileri iskeleye yanaşmaya başladı, Toma’nın da yolcu taşımacılığı işi sekteye uğradı. Akabinde Toma balıkçılık işine soyunur. Istakoz, mercan ve barbunya gibi kıymetli balıklar dışında oltasına takılanları tenezzül etmediği için yeniden denize kavuşturur.
Uzleti seven Toma balığa da tek başına çıkar. Saatlerce hatta günlerce konuşmadan yaşar. Avlanırken kayığı diğer balıkçılarınkinden hep uzaktadır. Umumiyetle Yassıada ve Sivriada civarında sahildeki tatlı su kuyusunun bitişiğindeki manastır harabelerinde haftalarca kalarak yalnız avlanır. Burgaz’ın etrafındaki ıssız adalarda karagöz sürülerini takip eder, denizin dibindeki kayalıkları ve derin su balıklarının inlerinin nerede olduğunu tek tek bilir. Toma adeta denizden vahiy alır. Su üstü balık sürülerinin nereden geçeceğini yakamozlardan okur ve martıların uçuş yollarına bakarak balık sürülerini keşfeder. Diğer balıkçıların kendisini takip etmemesi için de değişik taktikleri geliştirir: mesela sık sık yer değiştirir.
Avladıklarını canlı tutmak için onları livarda toplar. Dönüş yoluna geçince hepsini kayığına doldurur ve Burgazada’ya yanaşır. Ne bilgelik ama! Tuttuklarını gelişini dört gözle bekleyen Burgazada’nın kalburüstü sakinlerine iyi paraya satar. Ne işbilirlik ama! Gerçekten büyük efsanedir… Namı İstanbul’a çoktan ulaşmıştır.
Nitekim işgal yıllarında birçok İtilaf devleti temsilcisinin sofrasındaki taş ıstakozların, büyük sinaritlerin, alyanakların Toma’nın oltasından geçtiğini biliyoruz.
Barba Toma zamanla adalar ve balıkçılığa dair o kadar namdar oldu ki gazeteciler onunla mülakat yapmak için Burgazada’ya gelmeye başlarlar. Bazen de onun hakkında makaleler kaleme alırlar.
Mesela Hayat Dergisi’nde Fikret Arıt 1 Ocak 1957 tarihinde makalesini ona ayırır.
Onunla yapılan mülakatlarda da çok ilginç bilgilere tesadüf ediyoruz. Örneğin Barba Toma doksan bir yaşında iken 29 Eylül 1947 tarihli Akşam Gazetesi’ne verdiği mülakatta Yassıada’daki Bulwer Şatosu’nun nakış işlerinin ağabeyinin elinden çıktığını söylüyor. Toma bu mülakatında ayrıca şatonun nasıl İngiliz Bulwer’den Mısır Hidivi’ne geçtiğini, nasıl mükemmel bir çiftlik haline geldiğini, yetiştirilen mahsullerin nasıl İstanbul’a taşındığını, alıcılarının nasıl hevesle bu ürünleri beklediğini, sonra nasıl metruk hale geldiğini gayet ayrıntılı şekilde aktarıyor.
Barba Toma’nın Sultan Abdulmecid ile de ilgili yine Aydabir Dergisi’nden hikayeci, çevirmen ve gazeteci Azize Erten’e anlattığı çok tatlı bir anısı var.
Ölmeden çok kısa bir süre önce bir gün meşhur Burgazadalı hikayecimiz Sait Faik, Azize Hanım’a diyor ki: “Burgaz’da… yüz bir yaşında bir balıkçı var, gelip onunla röportaj yapsana!..” (“Sait Faik’in Son Hatırası”, Aydabir, 24, Haziran 1954). Bunun üzerine Azize Hanım hemen kalkıp Burgazada’ya geliyor ve 7 Mayıs’ta Toma ile mülakat yapıyor. Haziran 1954 tarihinde de aynı dergide “100 Sene Dalgalar Arasında” başlığıyla bu mülakatı yayımlatıyor.
Toma mülakatında padişahla olan görüşmesini gülmekten katılarak Azize Hanım’a anlatıyor. Düzelterek aktarıyorum:
Bir gün Manukyan Efendi adında bir tanıdık geldi. ‘Sultan on kilo barbunya istiyor ama balıkların canlı olmasını şart koşuyor!’ dedi. [Biliyorsunuz Burgazada’nın barbunyaları çok lezzetlidir hem de kırmızısı göz alıcı derecede parlaktır. Avlanması da özel maharet gerektirir. Barbunyayı yunuslara kaptırmamak için avın çok hızlı yapılması lazımdır. Ağ dibe atılır, barbunyalar ürkütülür ve ağın üzerine geldiklerinde de ağ çok hızlıca çekilip toplanır. Toma barbunya avcılığı konusunda tam bir uzmandır. Şanı saraya kadar ulaşmıştır. Bu yüzden barbunyalar başkasından değil ondan istenir! Barbunyaların saraydan canlı istenmesinin sebebiyse barbunyaların öldüğünde o parlak kırmızılıklarını kaybetmesidir! Toma anlatmaya devam ediyor:]
Bunun üzerine hemen işe koyuldum. İstanbul’dan kocaman tahta bir fıçı temin edip ona bir musluk taktırdım. Artık iş, hızlıca on kilo balık bulmaya kalmıştı. Neyse, oradan buradan balığı da topladım. Ondan sonra ver elini Dolmabahçe Sarayı… Deniz yoluyla giderken sandalda fıçının musluğunu iki de bir açıp suyu değiştiriyordum. Sonunda saraya geldim. Sultan bizi hemen huzuruna aldı. Balık dolu koca fıçıyı muhteşem salonun ortasına koydum. Padişah geldi fıçının kapağını açtı fakat o da ne?.. Suyun içinde tek bir balık bile göremedi. Kaşlarını çatarak ‘Benimle alay mı ediyorsun?’ diye azarlardı. ‘Senden deniz suyu istemedim ki… Güya balık getirecektin!..’ diyerek yerine oturdu. Gülerek kollarımı sıvayıp elimi suya daldırdım, hızlıca suyu şöyle bir çalkaladım. Birden balıklar fıçıdan dışarı fırlamaya başladı. Sultanın üştü başı battı, sırsıklam oldu. Kucağına balıklar düştü. Artık neşesine diyecek yoktu. Çıkarken ‘Dur!’ dedi ve bir kese uzattı. Burgaz’a dönerken keseyi açıp baktım bir de ne göreyim yirmi beş̧ tane çil altın… bu altınlarla Burgaz’da kendime yeni bir ev yaptırdım.
İşte böyle bizim efsane Barba Toma’nın halleri. Padişahı ve ömrü boyunca dostlarını hep güldüren Barba Toma Burgazada’da kabri içinde dinince güzelce dinlensin. Amin!..