Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
Gün ağardı ağaracak neredeyse… Kemiklerim bedenime battı gecenin siyahında, canımı acıttı her nedense. Başucumda da ılık bir bardak su ve okunmuş yorgun gazete sayfaları eşlik etti… Firar eden uykuma, bir de saat tıkırtısı eklenince kalkmalıyım dedim, balkona çıkmalıyım nefes almak için, gecenin sıkan, bunaltan havasına inat, İzmir’i koklamalıyım dedim..
Ve düşündüm kaç kişi sıkıldı geceden diye..
Neyse benden başka yoktur inşallah dedim ve size seslenmek istedim yeniden bu sabah…
Şimdi beni ister sarın bağrınıza, ister atın dağarcığınıza. Ya da pas geçin okumayın… İşte size bu gün Blogcu Web sayfamdan eski ama dünya var oldukca hükmü geçerli bir konunun makalesi…
AH! ESKİ AŞKLAR
Eski ama gönlümde hiç eskimeyen günler…
Ne varsa eskilerde vardı işte…
Şu alttaki fotoğraflara bakıp ta tebessüm etmiyorsa kalbiniz, sadece kan pompalayan bir organdır artık o…
Bir şarkı tadında sevmeli insan. Bir şiir tadında…
İliklerine kadar yaşamalı aşkı, hissetmeli ve iliklerine kadar eritmeli ateşi…
Hissetmemeli sadece elleri, dokunulan yürek, hissedilen aşk olmalı, gözler, eller ve yürek üçgeninde… Dudaklarından hiç düşürmediği bir şarkı… Ne fazla söylemeli şarkıyı ne de az…
Bir Yusuf Hayaloğlu Şiir’in de geçen sözler gibi sevmeli…
Hayaloğlu; ”Merhaba Nalan” derken içinin acısını bir kenara bırakmış, yıllar sonra mahallesine dönen sevgilisini bu şekilde karşılamış.
Özdemir Asaf; olmayan sevgilisi ile anısını yazmış bizlere:
Ben birini sevmiyordum, oda beni sevmiyordu.
Bir gün bir yerde randevulaştık,
Ben gitmedim o da gelmedi.
Ölüm gibi bir şeydi ama kimse ölmedi…
Orhan Kemal’in Çay’a daveti de pek güzeldir;
Bir gün oturup çay içelim seninle,
Çaylar benden olur manzara senden..
Çay demişken, Moğollar’ın şarkısını es geçemeyiz;
Bir telefon sesi çalmalı, ara sırada olsa kulağımda…
Yoksa zor değil… Hiç zor değil,
Demli bir çayı bardakta karıştırıp, bir başına yudumlamak doyasıya..
Ama ”çaya kaç şeker alırsın?” diye soran bir ses olmalı ara sıra…
Nazım Hikmet’in Vera’ ya yazdıkları…
Yâda Piraye’ye yazdıkları… Belki de Nazım gibi sevmeli…
Hapşırdığım da; çok yaşa, iyi yaşa yerine benimle yaşa deseydi keşke.
Bende; sende gör değil de, emrin olur deseydim sessizce…
Cemal Süreya gibi sevmeli…
Git diyorsun da
Olmuyor işte git demekle,
Her şeye rağmen gidemiyor insan.
Bende sana sev diyorum mesela,
Sevebiliyor musun?
Her sevgi de mutlu son beklememeli insan.
Edebi eserleri bir kenara bıraktıktan sonra iki kelam edelim sevenlere, sevmeye meyillilere, ve seveceklere..
Ne pahasına olursa olsun seviyorsanız söylemelisiniz. Âşıksanız söylemelisiniz. Yarın çok geç çünkü…
Belki de yarın güneş sizin için doğmayacak ve ya yarın geç kalmış olacaksınız O’na…
Bugün söylenmeli, bugün yaşanmalı, ne olacaksa bugün olmalı yarın değil.
Yarına bırakırsak Atila İlhan’ın şiirinde ki mahkûm gibi olsak daha mı iyi?
Ben sana mecburum bilemezsin,
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum.
Büyüdükçe büyüyor gözlerin,
Ben sana mecburum bilemezsin,
İçimi seninle ısıtıyorum.
Eğer ki geç kalınmışsa O’nun hayatında artık 3.şahıssınızdır. Bu en can yakan durumdur.
Yine Atila üstadına dizeleriyle örnekleyelim;
Gözlerin gözlerime değince felaketim olurdu anlardım,
Beni sevmiyordun bilirdim, bir sevdiğin vardı duyardım.
Çöp gibi bir oğlan ip ince, hayırsızın biriydi fikrimce.
Ne vakit karşımda görsem, öldüreceğimden korkardım,
Felaketim olurdu ağlardım…
Aşk güzel olduğu kadar çok tehlikeli bir şeydir. Doğru insanı bulmak istisna oldu aldık günümüzde.
Bırakın yeniyi, eskiler bile bozuldu, su katıldı aşkın pişmiş aşına… E mayası bozuk çok Küre-i arzda.
Eski aşkları mumla arasanız bulamazsınız. Bulamazsınız çünkü mumun bile modası geçti… Eskiden sevgililer birbirlerinin nefesleriyle yaşarlardı…
Aylar, hatta yıllar süren hasretlere dayanırlardı… Kimi zaman gidenin geri döneceği belli olmasa bile… Gözleri birbirlerinden başkasını görmezdi… “Dünyada yalnızca ikimiz varız” sanırlardı…
Karşıdakini harcanıp tüketilecek bir şey olarak görmezlerdi… Daha ileriye gidip, ailesini ve aile servetini aşkları için reddederlerdi… Hatta birbirleri için ölmeyi göze alırlardı… Bugün bizim bildiğimizden çok daha zor şartlar altında bile diğerini yarı yolda bırakmak söz konusu değildi…
Taktik, entrika, ego tatmini değil yalnızca saf ve masumane sevgi vardı…
Şimdi insanların elinde sınırsız seçeneğin olması bizi gerçekten ileri mi taşıyor?
İnsanları parmağımızın bir hareketiyle sağa ya da sola kaydırmak gerçekten anlamlı mı?
Bence Hayır. “Artık eski aşklar yok, ilişkiler” var. O yüzden eskisi gibi şarkılar bile yapılmıyor.
Eski aşklar yok artık, eski şarkılar gibi… Siyah beyaz filmler gibi…
Ölümüne sevdalanmak, sevdası için ölmek nerede. Hiç olmamışcasına vefasız şimdi aşklar ve feri bitmiş yeminlerin bir gecelik rüyalara yenilmesi gibi…
Sadakatler mahzun, ihanetler sevmeyi unuttu kendi yüreğinde. Elimizde buruk vedalar başıboş…
Esir şimdi aşklar tutku ve isyanın uykusuz gecelerine… İnsanlar parmak uçlarıyla sevdaya dokunmayı unuttu. Tüketildi bir avuç yalanın, yarım kalmış baharlarında, döndüler sonbahar hüznüne, karakış düştü gönüllerine…
Çınarın gövdesine kazılan isimler silindi kazılmadı yeni isimler, Kurutulmuş defter arasında çiçekler atıldı yenileri kurutulmadı… Hesapsızca, bonkörce miras yedi sevdasıyla harcandı sevmeler…
Ferhat’a, Mecnun’a ve Kerem’e inat destanlar yazılmıyor artık. Çöllerde haykırmıyorlar hasretlerini, dağları delmiyorlar, aşmıyorlar aşkları için.
Bitkin düştü artık eski aşklar, hüzünlendi yaralı yüreklerin gözyaşı ağıtlarında… Esir oldu şimdi aşklar, tenimize dolanan kısacık rüzgâra, konuşmadı bile pusuya düşürülen umutlar. Parçalandı, bölündü, yaralar aldı, kan revan halde kaldı. Üşüdü yalnız bırakıldığı bir hücrede. Artık duygular ömür boyu müebbet, vedaları ise gayya gardiyanı…
Kimi âşıklar psikopata bağlar, kimi umutlu bekleyişini sürdürür. Hayatı bir anda cehenneme çevirebilme yeteneğine sahiptir aşk.
Düşünsenize, gelmeyecek ama bekliyorsunuz… Başkasına ait ama sevmeye devam ediyorsunuz… Dönmeyeceğini bile bile beklemek ne garip, başkasının olduğunu bile bile sevmek ne garip, başkasının olanı özlemek ne garip… Var mı bu devirde böyleleri demeyin, var…
Bakıyorum da şimdilerde, nerede iliklerine kadar yaşanan aşklar. Şimdilerde aşk ağlıyor, titriyor, korkuyor hemde iliklerine kadar!..
Yapmayın dostlar değiştirin, eski haline getirin Dünyayı, sevgiler, aşklar ama gerçek olanlar geri gelsin onu bu hale koyan biziz. Ya da durdurun Dünyayı ben ineceğim. Yokum bu yalan oyununda…
Sevin tutkuyla, sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel… Sevgi ve dostluk adına bu yeni günü ve gelecek günlerinizi öyle güzel yaşayın ki, mutluluk adına, ömür kitabınızda ki en güzel öykü olsun. Ve nice güzel öyküler sizin olsun. Yüzünüzden tebessüm dudağınızın kenarından gülücükler eksik olmasın…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız her bir anı sevgi dolu bir Salı günü dilerim.
Gönül soframdan gönül sofranıza sevgi ve muhabbetler gönderiyorum… Hoş kalın, hoşça kalın, her dem sevgiyle, hep dostça kalın, bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#