Memleketimden İnsan Manzaraları 487
Bir Tokat Attı Öğretmenim
Yüzükoyun Yapıştırdı Betona
DİYARBAKIRLI KIZIMIZ
NARİN’İN ANISINA
İki ayak üstünde
konuşuyorum diye
sanmayın ki insanım ben
aldanmayın sakın buna
aldanmayın sakın bana
şeytandan da şeytanım ben
H.E.
Bir önceki söyleşimizde ‘Hoşot (Dicle) Anıları’ adlı eserde yer alan Birecikli Öğretmen Ahmet Deveci’nin bir anısından söz etmiştik. Yarım kalmıştı da arkasını bu haftaya bırakmıştık. 1961’de Dicle İlköğretmen Okulunun yazılı ve sözlü sınavını da kazanan Deveci’nin köyünden çıkıp okula yatılı olarak kaydolması için 15 lira gereklidir. Yetim bir çocuktur Deveci. Eve para girmiyor ki. Annesinin bu parayı verebilecek gücü yoktur. Nereden, nasıl bulsun da versin ki!
Annesini zor durumda bırakıp üzmek istemeyen oğul, okula gitmekten vaz geçip köy ağasına azaplığa durur. öküzlere çok saman veriyor diye ağadan güzel bir dayak da yiyordu ya hani! Ancak oğlunu çok seven anne, onu okutmak için her fedakârlığı yapmaya yeminlidir sanki. Bir buçuk aylık azaplıktan sonra oğlunu alıp gelir eve. İyi de sonrası neydi, bu yaşanmış öykünün? Sıra ona geldi işte:
Okula gitme sevinci ve heyecanıyla o gece uyku girmez, gözüne Deveci’nin. Sabah erkenden kalkıp hazırlanır annesiyle. Önce kamyonla Birecik’e gidilir. Bir postal, bir pantolon ve iç giysiler alınır. Üstündeki eskiler atılıp yeniler giyinilir. Sonra yine kamyonla ver elini Gaziantep… Akrabaları Salih Dayının konuğu olurlar. Dayı çok memnun olur, yeğeninin Dicle’de okuyacak olmasına. Ancak okula geç göndermesinden dolayı pek kızar annesine.
Ve geciktirmeden daha fazla yeğenini, Diyarbakır’a gidecek trene bindirir istasyondan. Uğurlamaya gelen annesinin ağlamaktan sel olur gözyaşları. İşte burada şu soruyu sorar bize Deveci: ”Bir annenin fakirlikten oğlunun arkasından nasıl ağladığını bilir misiniz siz?”
Trenin penceresinden annesinin o perişan halini görüp, “Annemi bu kadar ağlatmaya hakkım yok benim” diye düşünerek pencereden atlamaya kalkar ama genç bir bayan onu tutup kompartımana götürür. Su verip yüzünü yıkar, güzel sözlerle teselli eder onu.
Adı Elif Can olan bu tatlı abla Gaziantepliymiş. İstanbul’da okuyormuş. Üniversite öğrencisiymiş. Narlı İstasyonunda son bulur, bu güzel arkadaşlık. Elif Abla İstanbul trenine biner orda. Yalnız kalınca bizim delikanlı, annesini düşünür yine. Kendisinden dinleyelim:
“Bana verdiği parayı başkasından isterken ne kadar üzüldüğünü düşündüğümde kahroluyordum. Benim yüzümden kanı beş para etmeyen insanlardan yalanırcasına para istemesi aklıma geldikçe gözyaşlarıma hâkim olamıyordum.gözyaşlarıma hâkim olamıyordum.
-2-
Tanrıya insanları fakir ve halden anlamazlara muhtaç yarattığı için isyan ediyordum.” (*)
Ergani’ye yaklaştıkça heyecanı artar. “Ne demek, okula bir buçuk ay geç gelmek? Kaybettin hakkını. Dön git köyüne!” derse müdür! Tahta bavulunu eline alıp okulun yanı başındaki Ergani İstasyonunda inince, karşısında onu çok seven, kollayıp koruyan köylüsü Kâzım Âbisini görmesin mi! İkisi de sevinçle kucaklaşıp doğru okul müdürüne giderler. Müdür Deveci’nin niçin bu kadar geç geldiğini dinleyince
çok üzülür. “Hay hay, okula kabul edeyim seni ama devamsızlıktan sınıfta kaldın sen evladım” deyip gerekli giysi ve ders araç gereçlerinin verilerek yatağının hazırlanmasını emreder ilgililere.
Böylece resmen Dicle İlköğretmen Okulu öğrencisi olur; Birecikli yetim delikanlımız.
Tüm korku ve kuşkularından kurtulduğu için, öyle rahat bir uyku uyur ki, ilk kez yattığı bir ranzada.
VE İLK BASKETBOL MAÇI
1962’nin ekim ayı… İkinci sınıf öğrencisi Deveci… Hafta sonu derslikte resim ve yazı ödevini yaparken, bir arkadaş gelip, “Ahmet, seni beden eğitimi öğretmeni çağırıyor.” der. “Neden?” diye sorunca, “Okulun basketbol takımına alacak seni” demesin mi? Şaka yapıldığını sanarak, “Hadi ordan! Gelmiyorum” der. Haberi getiren, Deveci’nin yanıtını da götürür aynen. Aynı zamanda okulun “Eğitim Şefi” de olan öğretmen Hüseyin Bozoğlu çok kızar. “Gidin, şu salağı zorla alıp gelin.” der; büyük sınıflardan güçlü kuvvetli iki öğrenciye. Emri alanlar gelip tuttukları gibi Deveci’yi zorla alıp götürürler. Kendisinden dinleyelim devamını:
“Basketbol takımı antrenman yapıyordu. Öğretmen yanıma gelip, “Niye gelmiyon lan!” deyip destekli bir tokat attı. Ne olduğunu anlamadan yüzükoyun betona yapıştım. Burnum yere geldi ve kanamaya başladı. O sıra Öğretmen Bozoğlu, ‘Hah kurban da kestik’ dedi. Sonra Mehmet Filiz Abiye, ‘Bunu spor yurduna götür; bir eşofman ve bir ayakkabı ver’ dedi.“
Böylece okul basketbol takımına ilk dört sınıftan giren tek öğrenci o olur. Ötekiler 5. ve 6. sınıftandır.
Diyeceksiniz ki şimdi, “Bir öğretmen okulunun beden eğitimi öğretmeni, üstelik ‘Eğitim Şefi’, öğretmen adayı bir öğrencisine ‘salak’ da demez, ‘ulan’ da demez. Hele hele anlayıp dinlemeden böylesine şiddetli bir tokat atmaz. Ahmet Deveci uydurmuş olamaz mı, abartmış olamaz mı?”
Ben vereyim bu sorunun yanıtını: Hayır, uydurmuyor da, abartmıyor da bu kardeşimiz.
Nereden mi biliyorum?
Niçin mi bu kadar kesin konuşuyorum?
Çünkü Dicle’de aynı dönemde üç yıl birlikte çalıştım; o öğretmenle. Gerçekten de hep öyle konuşur ve öyle haşin davranırdı; öğrencilere. Hep karşı çıktığım ve yüzüne karşı eleştirdiğim için kendisini, yıldızımız hiç barışmamıştı onunla.
Diyarbakırlı kızımız 8 yaşındaki Narin’e yaptıklarımızın yanında bu nedir ki, değil mi ya?!
O böylesine disiplinli ve değerli bir eğitimci olmasa niçin eğitim işlerinden sorumlu müdür yardımcısı ve ayrıca okulun ‘Disiplin Kurulu Başkanı’ yapsınlardı ki!
Deveci nedense köyde ağadan yediği o güzel dayak için de olumlu ya da olumsuz bir şey yazmamış, bu öğretmenden yediği nefis tokat için de…
“Ellerine sağlık ikisinin de. Onlar olmasa bugünlere gelemezdim ben.” diye mi düşünüyor acaba!
——————————————————————————
(*) HOŞOT (DİCLE) ANILARI, Köy Enstitüsü’nden İlköğretmen Okulu’na: Siyah Beyaz Kuşağın Renkli Dünyası, Derleyen: Refik Türk, Ozan Yayıncılık, İstanbul 2024, 320 Sayfa
Hüseyin Erkan
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr
Tel: 0535 371 74 83