Hani Ahmet Arif bir söyleşisinde demiş ya:
“…Şu telaşlarım bir bitse diyorum. Belki uzaklara giderim. Çoktandır gitmek istediğim yollar var.”
Yaşadıkça ne yolculuğumuz biter ne de yollar.
Bugün ikincisini kaleme aldığım yolculuk fısıltılarımla sizi baş başa bırakıyorum…
İnsanların kendilerini endişeli, çaresiz, zorunlu, vb, sabırsızca bekledikleri, açılmasını istedikleri kapılar vardır. Birkaçını yazayım:
Hastane kapısı, (umud kapısıdır)
Banka kapısı,(yaşam kapısıdır)
Sınav kapısı,(gelecek kapısıdır)
Tuvalet kapısı,(rezil olmama kapısıdır)
Otogar kapısı (kaygı, ulaşma kapısıdır)
.
Şu sıralar ben de otogar kapılarında bir garip telaşlardayım.
Neden onu, “Otogar ördek avcısı,” diye sıfatlandırmıştım?
Aslında otogar çığırtganı, daha uygun düşerdi. Lakin onun o avcı kişiliğine birkaç kez tanık olmuşluğum vardır. Belki şöyle de düşünebilirsiniz:
” Amann Emine hanım, memlekette bunca sorun varken siz de bir adamın tavrına takılıp kaldınız. Adam ekmeğini kazanma peşinde…Sonuçta gittiniz bakın!”
Haklı bir düşünce.
Genelde her anlık gelişen olaylarda az düşünürüm: Karşımda ki, bu duruşuna sabırlı biri, der. Oysa ki, iki üç pencere açmışımdır.Keşke sizin pencerenizden bakmış olabilseydim.
O görevini yaparken sizin diğer firmalara gitmenizi ” başka hiçbir araç yok, siz bilirsiniz,” diyerek aklınıza kaygı enjekte ediyor. Ve sizin o dar zamanınızda, hızla geçen dakikalarınızı, kurnazca keşfediyor. İşin ilginci, mantıklı düşüncenizi algılayıp önüne geçiyor. Beden dilinizi okuyor,araştırmanızı, seçeneklerinizi sıfırlıyordu.
Başa dönelim:
Edremit Otogar kapısından içeri girer girmez yolumu kesmişti. Görmezden gelip Uludağ gişesine yaklaştım. Tabi adam da peşimden gelmiş, görmemişim. Gişe memuru ile tüm diyalogları dinlemiş. Hangi firma ile gidebilirim, düşüncesiyle elimdeki telefondan sorgulayacaktım ki, aynı adam yanıma yaklaşmıştı:
” Zaten 16 numara tek bir koltuk var. O da satılırsa siz öğleden sonraya kalırsınız. Boşuna firma aramayın. Benden iyi bilen yok bu otogarda…”
Ben ödemeyi yaptıktan sonra anladım ama geç kalmıştım. Lakin çaresizliğin freni yoktu: “Evet ile hayır” arasında kısa bir zaman vardı:
Valizimi elimden ” müsadenizle” diyerek alıp benimle otobüsün olduğu perona kadar geldi.
” Beni burada bekleyin, hemen geleceğim,” dedi ve uzaklaştı. Oldukça da kibar görünüyordu. Bir önce ki o kibirli havasından eser yoktu.
15 dk bekledim, gelmedi. Ben de açık olan ön kapıdan içeri girdim. 16 no’lu koltuğa tam geçip oturacaktım ki, vazgeçtim. Koltuğun kolunun biri yere düşmüştü!
Arkasında ki boş koltuğa küçük çantamı koydum.
Ne otobüs 5 dk sonra kalktı, ne tek koltuk boştu. Otobüsün yarısı boştu. İçi kırık dökük ve oldukça pisti. Koltuklar yırtık pırtık, kolları kopmuş, camların yer yer filmi sıyrılmış, içeride yoğun, sindirilmiş insan nefesi, ağır bir koku ki sormayın…
Yolculardan birkaçına sordum:
” Allah aşkına siz bu otobüsle nasıl yol alıyorsunuz?”
Yanıt veren olmamıştı. Öylece baktılar yüzüme. Sonradan anlamıştım neden bana yanıt vermediklerini…
Gerisin geriye indim araçtan. Otogar ördek avcısını aradım. Yoktu!
Sanki yer yarılmış içine girmişti. Üstelik elimde biletim de yoktu. Sadece gişenin kestiği pos fişi vardı. O gişeye yaklaştım.
” Nerede o çok bilmiş ve beni 5dk sonra gelirim, diye bekleten abiniz?”
Gençler yine bıyık altı gülüşlerini saklamadılar.
” Buralardadır. Ama sizin otobüs şimdi kalkmak üzere abla. Burada olmamanız gerekirdi!”
Haydaa!
” Eyvah valizim, kitaplarım!”
Sesim otogarda yankılanırken kırık dökük otobüsün olduğu perona doğru tabana kuvvet koşmaya başladım.
Otobüs geri geri peronundan çıkarken yetişmiştim!
Nefes nefese bindim. 17 no’lu koltuğa geçip oturdum. Host yanıma geldiğinde “16” ya oturamayacağımı, söyledim. Yumuşak bir sesle yeni koltuğumu onayladı.
Yol boyunca dikkatimi başka bir şey çekmişti: Otobüsteki diğer yolcular birbirleri ile konuşuyorlardı ama ne konuştuklarını ben anlayamıyordum. Host da aynı dili konuşuyordu. Yanımdan geçerken sordum:
” Bu otobüs nereden geliyor?”
Gözlerinin akları kıpkızıldı. Belli ki, uzun zamandır uykusuzdu.
” Van’dan abla. İstanbul’a gidiyoruz. Bir sorun mu var?”
” Yok, yok, sadece sordum.”
Otobüs Balıkesir istikametine doğru yol alırken, hele o keskin virajlarda yüreğim;
” hoop” diyerekten boşalırken siz bir de benim o halimi görseydiniz. Lunaparkta etekli kadına binmiş, gibiydim.
2 saatlik yolculuğumun sağlıklı, kazasız belasız geçmesi için dualar etmeye başladım.
Sağır ve dilsizleri oynayacaktım.
Zaten kimse beni duymuyor, ben de kimseyi…
Emine Pişiren/Akçay