Memleketimden İnsan Manzaraları 485
Keşke Bir değil
İki Tokat Vursaydı Öğretmenim!
Tokat atmak, tokat yemek konusuyla daha çok ilgilendi; haftalık söyleşimizi okuyan dostlar. Haklılar. Hepimizin hayatında ama az, ama çok mutlaka yeri vardır; dayağın, tokadın.
Nerden çıkmıştı; bu tokat atmak, tokat yemek konusu? Önce onu bir anımsayalım:
Dicle İlköğretmen Okulu mezunu öğretmenlerin yıllar yıllar sonra arkadaşları Refik Türk’ün çabasıyla anılarını topladıkları bir kitap vardı ya hani! Hoşot (Dicle) Anıları adlı derlemede 1960 mezunu Nurettin Birel 60 yıl sonra ne anlatıyordu, bakalım:
Dicle’ye 12 yaşında sınavla alınan bir köylü çocuğudur; N. Birel. İlk kez ayrılmıştır; köyünden, ailesinden. Okuldaki herkes yabancıdır ona. Dolayısıyla ilk bir hafta, bir yıl gibi uzun gelir. Köyü, ailesi gözünde tütmeye başlar. Ahırdaki hayvanları, kedileri, köpekleri bile…
Bir öğle yemeğinden sonra, yemekhane binasının önünde oturmuş; ne yapayım, nasıl yapayım da köyüme döneyim diye kara kara düşünürken, önünden okulun müdür yardımcısı Şükrü Yüksel’in geçtiğini bile görmez. Öğretmen beş altı adım uzaklaştıktan sonra, kendisini görmezden gelip ayağa bile kalkmayan bu “saygısız!” öğrenciyi yanına çağırır. “Niçin oturuyorsun burada?” diye sorar. Nurettin: “Öğretmenim, evimi özledim; eve gitmek istiyorum.” der. Öğretmenden kendisine acıyıp eve göndereceğini beklerken öyle bir tokat iner ki suratına…
Benim gibi birçok dost da hiç mi hiç hak edilmiş görmedi ve onaylamadı bu tokadı.
Bizler böyle düşünüyoruz ama tokadı yiyen Birel Öğretmen ne düşünmüş; bakalım:
“O tokattan sonra çok değiştim. Daha olgun, sorumluluğunu bilen bir öğrenci oldum. Yine şunu da itiraf edeyim; o takat beni iyi bir öğrenci, iyi bir öğretmen ve iyi bir aile reisi yaptı. O tokadın zamanlaması mükemmeldi.”
“Eğer o gün, o duvarın dibinde o tokadı yemeseydim, kesin olarak okuldan kaçacaktım. Öğretmen olamayacaktım. Şimdi altı çocuğumun hepsi de yüksek tahsillidir. Doktor olanlar da var, doçent olanlar da… Yurt içinde ve yurt dışında okuyan torunlarım da var. Bunların hepsi de o tokat sayesinde okuduğunun farkında bile değiller.”
Bu cümleleri okuyunca, “Keşke bir değil, iki tokat atsaydı öğretmen!” demek geliyor insanın içinden, değil mi? Haksızlık yapmayayım; şu sözler de Birel Öğretmen’den:
“Ben dayağı savunan biri değilim. Kesinlikle de karşıyım ama an var ki, an olur bir tokat bin nasihatten daha etkilidir. Bu ‘dayakçı olmak’ demek değildir. Şimdi düşününce, ‘O gün o tokat gerekliydi’ diyorum. Yeri gelince aynısını ben de yapmışımdır.”
Evet ya, evet… Birel Öğretmen, Diyarbakır’ın Kulp ilçesindeki yatılı bölge okulunda müdür yardımcısı iken sigara içen bir öğrenciyi yakalayınca, Dicle’de yediği tokadın aynısını ona atmıştı; değil mi? Bu anının devamı da var. Söz Birel Öğretmende yine:
“Yıllar sonra, Diyarbakır Öğretmenevinde emekli arkadaşlarla otururken, iki gencin bana
dikkatle baktıklarını gördüm. Tanımadığım bu gençleri merak ettim. Sonra biri yerinden kalkıp bana doğru geldi. Saygılı bir şekilde: ‘-Siz Öğretmen Birel değil misiniz?’ diye sordu. Ben ‘Evet’ deyince, âni bir hareketle elimi çekip öptü. Daha ‘Ne oluyor?’ demeden,
-2-
‘Ben Kulp Yatılı Bölge Okulunda sigara içerken tokat attığınız öğrenci (….) falancayım. Hukuk okudum, avukatım Hocam’ dedi. ‘Bir tokat attınız avukat oldum; eğer iki tokat atsaydınız, kesin olarak Anayasa Mahkemesi Başkanı olurdum.’ diye bir espri patlattı. (…..) Devamında şunu da paylaştı: “ Mezuniyet sırasında havaya kep atıp kutlamaları bitirdikten sonra arkadaşlara. ‘Nasıl olsa Nurettin Hoca burada değil, verin bir sigara içeyim’ dedim.”
Bence saygıyla ama inceden inceye yüzüne karşı eleştirmiş; avukat öğrencisi öğretmenini.
Sevgili Öğretmenler! Siz benden daha iyi bilirsiniz ya, yine de izin verin söyleyeyim: Karşınızda şu anda sessizce oturan öğrenciniz olan çocuklar, gençler hep öyle kalmayacaklar. Onlar da büyüyüp meslek sahibi olacaklar. Birçoğu önemli mevkilere gelecek. Tesadüfen karşılaşıp da öğrenciniz olduğunu söylediklerinde yüzünüz kızarmasın istersiniz sanırım. O zaman size nasıl davranmalarını isterseniz, siz de şimdiden öyle davranın onlara.
Nurettin Öğretmen şöyle bitirmiş; bu anısını: “Yıllarca acısını içimde duyduğum o tokatla ilgili anım, güzel ve mutlu bir şekilde sonuçlanmış oldu böylece.”(*)
Tarihçi Arkadaşım Necdet Sakaoğlu
Tarihe meraklıysanız, İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsünden değerli sınıf arkadaşım Necdet Sakaoğlu’nun en az bir kitabını görmüş ya da okumuşsunuzdur. Okuma şansınız olduysa, iyi bilirsiniz; gereksiz yere sözü uzatıp durmadan işlediği konuyu ne güzel anlatır; değil mi?
Bir hafta önceydi. Aynı sınıftan ortak arkadaşımız sevgili İmren Aysan aradı. Telefondaki sesi çok farklıydı. Grip mi acaba diye düşünürken:
“Canım arkadaşım! Acı bir haber vereceğim; sana bugün.” demesin mi?
Hiçbir dostuma toz konduramadığım için yanıtlayamadan bekledim.
“Erkan, bu haberi vermek çok zor benim için ama mecburum. Sevgili arkadaşımız Necdet Sakaoğlu’yu maalesef kaybetmişiz; dün gece. Ben şimdi Amasra’ya gitmek için otobüse biniyorum. Eşim Nihat arkadan gelecek. Başın sağ olsun kardeşim!”
Biraz düşünsem her şey geçerdi de usumdan da böyle bir haber geçemezdi. 1959’da aynı sınıfta buluştuğumuza göre, 65 yıllık arkadaşımızdı Necdet. Mezuniyetten sonra da unutmadık birbirimizi. Aynı sınıftan Güngör Altay, Mustafa Enhoş, Sevim/Hasan Kaya, Elvan Atay, Tevfik Türkmen gibi çok sevdiğim bir arkadaşımdı o. Sivas’ın Divriği ilçesindendi ama uzun yıllar öğretmen ve müdür olarak çalıştığı Amasra’yı çok sevmişti. MEB Talim ve Terbiye Kurulu üyeliğinden emekli olduktan sonra yazları Amasra’da, kışları İstanbul’da yaşadı.
Sevgili eşi Fatma Öğretmen ve biricik oğlu Selçuk’un büyük acısını gönülden paylaşıyorum. Bundan sonra sen de yüreğimde yaşayacaksın; sevgili Necdet!
———————————————————————-
(*) HOŞOT (DİCLE) ANILARI, Köy Enstitüsü’nden İlköğretmen Okulu’na: Siyah Beyaz Kuşağın Renkli Dünyası, Derleyen: Refik Türk, Ozan Yayıncılık, İstanbul 2024, 320 Sayfa
Hüseyin Erkan
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr