Yoğurtçunun megafona benzer sesini, zilden önce duyardık. Genelde okuldan yeni gelmiş olurdum. Yüksek sesiyle yoğurt kabına el atarken, köyde sütün babaannem tarafından mayalanışını ve serçe parmağını süte daldırıp ıslık öttürüşünü düşlerdim.
Yoğurt kabı elimde sokağa inerdim. Yoğurtçu kabı doldurur ve beni, kapıya kadar da yolculardı. Mutfağa geldiğimde yoğurdu, kontrol görevini yerine getirirdim.
Yoğurt, bir süre tartışılırdı. Çünkü, babam biraz ekşisini severdi.
Yoğurtçu, iskeletine deri geçirilmiş gibiydi. Yüz kemikleri dışarıda gözleri çukurdaydı. Saçları şapkanın altında, beyazlamış, diken gibiydi. Vücudu da biraz yana eğikti. Şapkasını da bedenine uydururdu. Yürüyüşün de bir yana kayma problemi vardı. Konuşmaktan acizdi. Elinin parmakları tavuk bacağı gibiydi. Sepetinin altında kemiklerinin eğrileceğini zannederdim.
Yoğurtçu için ekmek yemiyor, diyorlardı. Yoğurdunu pazara kadar satmaya çalışırdı. Süt sepetini taşımasına şaşıranlar çoktu. Yoğurdunu toprak kaplara mayalar satardı. Toprak kaptaki yoğurdu sevmediğim için almazdım.
Yoğurt dağıtımında, yenilik yapmamıştı. “El arabasıyla taşı” fikrimi kabul etmedi. Yoğurtçu, arabayla kim uğraşacak, diyordu. Yoğurt kabını elimde çift gördüğünde güler, “misafirin mi var,” derdi. Babam, yoğurt olmadan sofraya oturmaz, “damarlarımda, yoğurt suyu dolaşıyor,” derdi.
Yoğurtçuya babamın getirdiği elmadan verdim. Oturdu ve soymadan, ısırdı. Memleket meyvesi başka, dedi.
Yoğurtçu zili çaldı. Hemen sokağa indim. Cam kaptaki yoğurdu, verdi. Bugün biraz daha eğri yürüyordu. Sepet çöktürdü, dedim. Dünya hali istemesen de çöktürüyor, dedi.
Geri dönüp inekleri çayıra salacakmış. Dertleri çok, sütünü almakla iş bitmiyor. Yedirilmesi, yemi çayırı hepsi işin zorlukları. Çayır ve yonca peşinde günlerim geçiyor, dedi.
İneklerden biri yavruladı. Sıkıntı arttı. Onlara özen gösterirsen hayata tutunuyorlar. Bakamadığımı zorunlu olarak satıyorum, dedi.
Yoğurtçu bu defa, sepetini kaldırırken zorlandı.
Hasan TANRIVERDİ