Acının tarifi olmaz, derler. Halt ederler!
Acının rengi aynıdır.
Bizler o rengi düşünce gücümüzle koyulaştırırız yüreğimizin tuvalinde.
Doğada yaşayan her canlı duygusaldır. Empatiktir.
Özellikle yitirdiklerimizi özlediğimizde…
“İçimde bir şey kanıyor, sen gelince aklıma,” diye düşündüğümüz an’larımız olmadı mı? Tabi ki olmuştur. Acılarımızı bal eylediğimiz zamanlarımızdır o an’larımız.
Neden uzar da uzar acılarımızın süresi?
Çünkü geçmişteki acılarımıza düğümlüyüzdür. İstersek biz o düğümü çözeriz, istersek daha da sağlamlaştırabiliriz.
Yıllar önce okumuş olduğum Tao öyküsü ile sizi başbaşa bırakayım: Sonra gelirim yanınıza:
…Gencin biri dermanına çare ararmış. Gider bir dervişe. Derdini açar. Derviş anlar ki genç yürek acısını, çok derinden yaşar.
Sonra bir avuç tuzu, içi su dolu bir su bardağına katar. Tuzu eritene kadar karıştırır. Bardağı gence doğru uzatır:
“Tat bir yudum”
Genç bardağı dudaklarına götürüp tadar. Yüzünü kese kağıdı gibi buruşturur. Derviş gülümser:
“Nasıl tadı?”
“Acı” der genç.
Sonra “gel benimle” der derviş.
Köyün yakınlarında bir gölete varırlar. Derviş bu kez bir avuç tuzu göle katar. Eliyle tuzu dağıtır.
Su bardağını daldırır gölün serin suyuna ve gence uzatır.
“Tat bakalım” der.
Genç bir yudum içer.
“Nasıl tadı?”
Genç;
“Tatlı ve serin” der.
Derviş gence şöyle der:
“Acının rengi herkeste aynıdır. Sen bardak olma, göl ol.”
Ve son sözü ele alayım senin için;
“Ben senin; ne göz rengini, ne saç telini görmüştüm.”
“Gözlerim gözlerinde ki, acının rengini içmişti!”
“Ve bilirim asıl gurbet acısının kaybettiğin birini, bir daha göremediğinde duyumsanacağını…”
Çünkü;
“Ben sende ki beni sevmiştim.”
Emine Pişiren/Akçay