Mayıs ortasıydı. Çoğu insan deniz sezonunu erken açmıştı.
Ben de arıtma tam randımanlı çalışmadığından denize girmeye cesaret edemiyordum.
Zaten o sıralar hobi dükkanımı düzenliyor, ufak tadilatlarla yeni sezona açma telaşları içindeydim.
Öğle saatinde biraz mola verdim. Yarım saat önce vermiş olduğum yemek siparişimi bekliyordum. Acısız Adana istemiştim. Ama acılı gelmişti. İade etmedim. Getiren çocuğa kıyamamıştım.
Açık alanda acılı Adana kebabını zorunlu olarak yiyordum ki, yanıma bir kedi yaklaştı. Beni öyle bir izliyordu ki, her lokmamı gözleriyle takip ediyordu. Üstelik miyavlayarak beni öyle bir izliyordu ki, dayanamamıştım. Kebap kutusunu kapatıp yemekten vazgeçtim.
Yediğimi veremezdim. Çok acıydı çünkü…
Ayağa kalkıp iki elimi birbirine vurup” Pişt, pişt, ” diyerek onu kovaladım. Ayy, öyle korktu ki… Kaçarken de kafasını yere yakın bir ağaç dalına çarptı. Kafasının çarpma esnasında ki “Çat” diye kemik sesini duyduğumda kalbim acıdı. O dakika öyle kötü oldum ki, anlatamam.
İçim pişmanlık duygularıyla bulanırken. Yerimden kalkıp kaçan kediyi aradı gözlerim.
Pisi pisi, diye çağırdığımda ürkek ürkek uzaktan iki metre mesafeyi koruyarak yaklaştı. Bu kez ben yalvardım ona.
“Gel canım. Affet beni. O kadar korkacağını bilseydim, seni kovalamazdım.”
Biri görse bu kadın ” Kendi kendine konuşuyor, galiba tırlatmış,” diye düşünebilirdi.
Kedi hala yanıma yaklaşıp yaklaşmamak arasında temkinliydi. Bende kebabın pideli kısmını ufak ufak doğradım. Aklıma o dakika başka bir alternatif düşünce gelmiyordu. Kendimi bu kediye affettirmeliydim. Ufakça doğradığım pide parçalarına etin ızgara kokusunun sinmiş olduğunu, düşündüm.
Doğradığım lokmaları kediye doğru fırlattım. Yeri koklayarak lokmalara doğru yaklaştı.
Tam birini yiyecekti ki, baba bir karga kanat çırparak gaklayarak onu gagalamaz mı?!
Haydiii!
Yerden taş alıp kargaya doğru fırlattım. Attığım taş kara karganın kanadına “Tak” diye isabet etmez mi!?
Gaklayarak uzaklaştı karga da…
Ama içim cız cız benim de.
Kedi lokmaları yerken, düşünüyordum.
Şimdi o kargadan nasıl özür dileyecektim?
Ah, şu yüreğim keşke odun olsaydı…
O “Çat” sesi o gün, bugün hala kulaklarımda hüzünlü akisler çiziyor…
Emine Pişiren/ Akçay