Dağları penceremden izliyorum. Dağ yamacı, doğa harikası, her günü farklı bir neşe kaynağıydı.
Dağın yamacı, siyaha yakın, bitki örtüsüyle döşenmiş bir doğa parçası. Yer yer kayalar ve kahverengi boşluklar.
Baharla birlikte, vadiden dağa bir yeşillik sahası oluşuyor. Kış günleri ise, dağdan inen beyaz örtü. Yeşillik ve beyaz örtü izlediğimiz doğa parçası.
Dağın yamacını izledikçe sanki bize davetiye gönderiyor ve vadiden doruklara kadar yeşil örtümü yakından görmelisiniz, diyordu.
İnciyi aratmayacak güzellikte dizili kayalar, küçük tepelerin varlığı ve yamacın öbek halindeki bitki örtüsü insanda bağımlılık yaratıyordu. Bitkilerin kapladığı yamacın ağaçları hangi türdendi. Bu ağaçların soğuğa ve fırtınaya dayanıklı oldukları belliydi.
Bu dayanıklıkta, kolye gibi dizili kayaların da yeri vardı. Kayalar anladığımız kadarıyla yamaçtaki direklerdi. Direk olmasa arazi kayıp giderdi.
Güneş ışınlarıyla yamaçtaydım. Fakat kayalara varsam da heyelan yerlerine geçemezdim. Penceremden siyaha yakın bitki guruplarının koyu yeşil olduğunu görüyordum.
Yamacın vadiyle kesiştiği düzlükte, yerleşim yeri kurulmuştu. Yerleşim yeri, dağın durumuna göre hareketli bir hayat yaşıyordu. Doruğuna gelen bulutlar bile, yerleşim yerinin sarsılmasına neden oluyordu.
Yine de yamacı şehrin parkına benzetiyorduk. Kayalar ve boşluklar parkın banklarıydı.
Yerleşim yerindeki insanlara sormuştum, yamaçtan gezerek dağın doruğuna çıkabilir miydim? Bana kesinlikle deneme çıkamazsın, çünkü heyelan alanları ve kayalar izin vermez. O gün yamacı uzun uzun gözledim. Vadiden tepeye kadar olan, doğaya harika diye karşılık verdim.
Rüyamda yamacı geziyordum. Ağaçlar kırılmış, kayalar yuvarlanmış ve tepeye gidilecek hal olmadığını gözledim. Yerlilerin dedikleri doğruydu.
Yamaç ile diyaloğumuz yıllarca sürdü. Yamacı gezmek mümkün değildi.
Yamaçta insanlar gibiydi. Dıştan, öbek öbek güzellik, içi ise bit pazarıydı.
Hasan TANRIVERDİ