Eskiden köylere yol yoktu; tek araba, at, eşek, katırdı; genellikle derelerden kum, çakıl, taş taşırdı.
Ayrıca ana yola kadar gidip o patika yollardan çimento, demir gibi şeyler taşırdı ev yapmak için.
Kăzım dayının gözü gibi baktığı atı evladı gibiydi. Çünkü kendi işini gördüğü gibi komşu köylere dahi giderek yük başı belli miktarda para alarak ekmeğini çıkartıyordu. Bu yüzden atına “gümüş” adını koymuştu.
Atı yüklerken çok dikkat etmeli tıpkı terazinin kefesine koyulan ağırlıklar gibi dengeli olmalı yoksa ata çok zahmet ederdi.
Bir gün Kazım dayının işi çıkar, atı oğlu Mehmet’e teslim eder. Mehmet de atı tıpkı babası gibi itinayla yükler. Tam eve gelirken atın ayağı taşa takılır yere yığılmasıyla kalkması bir olur. Fakat atın dizi yaralanır kanamaya başlar. Kăzım dayı çılgına döner ağzına ne gelirse Mehmet’e söyler. Köylüler Mehmet’in bir kabahati yok dediyseler de Kăzım dayı atı öyle görünce dayanamaz söylenmeye devam eder. Hırsını Mehmet’ten çıkarır. Mehmet gururludur. “Şart olsun bir daha bu atın ipini tutarsam” diye cevap verir.
Babası da üzülür ama yapacak bir şey yoktur. Şart etmek büyük yemindir hem de köylülerin gözü önünde.
Attan kurtulmanın tek bir yolu vardır: OKUMAK.
Mehmet’in kafasında bu fikir gün geçtikçe gelişir. Gece uyumadan önce hep okuma hayalleri kurar. Hadi ilkokulu okuduk ortaokula nasıl gideceğiz? O yıllarda Beşikdüzü Köy Enstitüsü kapanmış yerine Öğretmen okulu açılmıştı. İlkokulu bitirince oraya giderim dedi. Çok çalıştı nihayet öğretmen okuluna kapağı atmıştı. Bitirince ilk tayin yeri Isparta da şirin bir köydü. Çektiği eziyetleri aklına geliyor köy çocuklarını en iyi bir şekilde yetiştiriyordu. Müdür oldu. Kendi memleketine geldi. Evlendi. Çevrede çeşitli okullarda öğretmenlik, idarecilik yaptı. Çok hizmetleri oldu. Çocuklarını okuttu ekmeklerini eline verdi. Babası at ile yük taşıyıp evinin bir köşesine oda çıkalım dediğinde ”hayır baba ben buradan bir arsa alıp kendi evimi yapacağım.”
Yine bir gün babası çarşıya geldi. Kapıyı vurdu. Mehmet babasını karşısında görünce sevindi.
— Az gelir misin Mehmet.
— İçeri gel bir şeyler yiyelim de çıkarız.
— Olmaz sen dışarı gel.
Ayağımı giydim, beraber giderken baktım ki atın bir tarafı yüklenmiş.
— Gerçi şart ettin ama ipi tutmadan- yeminin bozulmaz- şu yükü tut yukarı kaldır da bu tarafı yükleyeyim.
O anda terden yağlanıp çeliğe dönmüş ipi öpüp alnıma koyasım geldi.
İçim bir hoş olmuştu. Ağlamak istedim.
Nasıl ağlamayayım!
Benim, okuyup öğretmen olmama sebep olan atın ağzında ki bu ipi görünce!
Yusuf Yılmaz