Çardakta oturmuş, ayağını yere vuruyordu. Hüseyin öğretmenin keyfi yerindeydi. Bu yılki başarım; “kırk ocak patates,” dedi.
Bir ilki gerçekleştirmenin rahatlığı, ruhuna yansımış olacak ki gülüyordu. Gülüyor, çay mı! içmem diyordu. Yağmurla dost olduk, bizi hiç bırakmadılar. Arada dağa çekilseler de geri dönmesini bildiler.
Diktiği kırk ocak patatesle, şöhrete ulaştığını sanıyordu. Bu sezonla ilgili laf ediyordu. Kral, kırk ocak patates, diyordu. Çünkü kırk kavramına marulu da dahil etmişti. Domates ve salatalık onların katı kadar olacak, yani seksen, dedi.
Yıllar geçse de kişilik değişmiyordu. Toprağa ilgisi ve doğaya bağlılığı değişmemişti. İşinde gösterdiği kişisel başarı ve disiplinli davranışı yaşantısının bir parçası haline geliyordu.
Sebze üretimini, teknik bilgilere göre yapmıştı. “Deneyimlerimi uyguladım, gözlemlerimin doğru sonuçlar vereceğini umuyorum, dedi.
Sebzelerimi toprak ısındıktan sonra diktim. Ocaklara kara ateşten çıkan külü attım. Doğal gübre kullandım. Tarım ilacını sınırdan içeriye sokmadım, dedi.
Hüseyin öğretmen ağa gibi konuşmayı bırakmış, kendine dönmüştü. Doğal gübreyi atış şeklini anlattı ve gerçekten başarılı buldum.
Deneyimlerini yazdığı defterini aldı. Kargacık burgacık yazısını okuyamadım. Kızdı ve nasıl okunmuyor. Emeklilikten sonra her yıl yazın biraz daha bozulmuş. Bu yaştan sonra, yazı kursuna gidemem ya dedi.
Toprağın ekime ve dikime hazırlanması onun için çok önemliydi.
Sebzelerine ayırdığı parçayı kırk ve seksene endekslemişti. “Kırk ve seksen fidan ve ocak,” dedi. Kırk ve seksenden önce yabani otların ayıklanması ve toprağın bellenmesi esastı. Ayrıca toprak, belleme sırasında doğal gübre isterdi.
Kırk ve seksenliklerin toprağa ulaşmasına tören düzenlese yeriydi. Halbuki o kadar laf etti. Fakat kimseyi sebzeliğine yaklaştırmadı. Dikimini kendine özel yapıyordu. İçinden öyle geliyordu. Patateslerin kırk ocağı ve marulların kırkı tamamdı. Seksenliklere dün sabah başlamış ve güneş yakana kadar çalışmıştı.
Bu yıl devrim yerine geçecek kararlardan birisi de sebzelerini, lokantalara satacak olmasıydı. Arabanın arkasına koyup pazarda çığrışarak sat dedim bana kızdı. Nedeni hiç düşünmediğim bir olaydı.
Niçin bağıracakmış, “duyan gelecekmiş.”
Hüseyin öğretmenin sebzeleri…
Hüseyin öğretmene, biberden niçin bahsetmiyorsun. Sebze yakıyorsa yaramaz, dedi.
Bahçe kenarlarını ve duvarı düzelttik. Çimeni kestik. Çardağı iyice onardık.
Hüseyin öğretmenin, dünürü ilk defa ziyarete geliyordu. Dünür Karadeniz’i de ilk defa göreceği için çardakta otursa yeterdi. Çünkü dünyanın en güzel doğasını izleme şansına sahip olacaktı.
Kardeşime dikkat et, dünürün patates üreticisi. Kalkıp da ona bu seneki başarım, diye sakın bahsetme, gülünç olursun, çünkü dünürün; Yılda dört yüz ton patates satıyor sen ise kırk ocak patatesten bahsedeceksin, dedim.
Kardeşimle katıla katıla güldük. Kardeşime gereğini ben ona söylerim, dedim.
Dünürü, geldiği gün dinlendi. Çardakta oturduk. Şaşkın ve ne diyeceğini bilemiyordu. Bu yeşillik demek ki doğru, dedi. Yılın patates ağasıyım diyen kardeşim, kırk ocağın keyfiyle patates konusunu açtı. Dünür ne kadar ektiniz? diye sordu.
Atıldım ve kırk dediğimde, kardeşim bana baktı işaret etti, hani demeyecektik. Kardeşime kırktan sonrası, ton dedim. Gülmekten konuşamıyoruz. Dünür nerede, dedi. Dünüre karşı tepenin arkasında, dedim. Kardeşim gülmeyi bırakamadı.
Hüseyin öğretmen sebzeliğe inersek patates ocaklarını görmeyecek mi? diye sordu. Hemen cevabı yapıştırdım. Deneme ocakları, özel bir tür için yetiştirdiğimizi söyleriz.
Sebzeliğe geçerken, “deneme ocakları” diye gösterdim.
Dünür domates, salatalık ve diğer sebzeleri çok beğendi. Marulların büyüklüğüne şaşırdı.
Dünür, patatesi kaldırdıktan sonra peşimizden başak arayanlar, ortalama yirmi ton patates toplar. Kardeşim o zaman yakı yemiş gibi oldu ve ağalığı bitti.
Dünürle yaylalara da çıktık, böyle güzel bir doğa olamaz, dedi.
Hasan TANRIVERDİ