Bu gün Müslüman dininin en değerli üç ayların başlangıç günü! Tüm Müslümanlara hayırlara vesile olsun ve kutlu olsun.
Dinin başlangıcı ve bu güne gelişini, araştırdıklarımı toparlayıp dilimin döndüğünce kaleme aldım.
Âdem Kıssası
Din olgusu bilindiği gibi insanla başlıyor. İlk insan Âdem’in aynı zamanda ilk peygamber oluşu, bunun somut örneğidir.
İnsanın yeryüzüne görünmesi ile Yaratanı tanıması ve O’nun gösterdiği yolda yürümesiyle bir olmuştur.
Çünkü Tanrı’ya tapınmak insan yaratılışının gereklerindendir. İnsan akıl sahibi olarak yaşamaya başladığı günden beri, tıpkı ışığa yönelik bitki gibi, bilincinin derinliklerinde Tanrı’ya dönük bir tarafın varlığını sezinlemiştir.
İşte en geniş anlamda din, bu bağlantının ve Sevgisinden Vareden’e doğru çekilişin bilincine varmak, bu duyguyu yaşantıya geçirmektir.
İnsan, başlangıçtaki temizlik ve saflıkla Yaratan’ın vahiy ve esintisine açık olmuş, yalnız tek Tanrı’yı ilah bilmiş ve O’na tapmıştır.
Sonra dünya hayatının yaşayışı içinde Tanrıyı bırakarak, başka şeylere tapmış türlü sapıklıklar içine yuvarlanmıştır.
Kur’an “biz” der “İnsanı en güzel kıvam üzere yarattık. Sonra esfele safilin (bataklıkların ta dibine) yuvarladık.
Yani en güzel kıvamda, özü temiz olarak yaratılan insan, serbest bırakıldığı taraftan bir kıvamı bozarak bataklıklar içinde yüzmüş ve kendi değerini düşürmüştür.
Demek ki insan, ta başlangıçta en doğru din üzerinde iken, yeryüzündeki yaşayışın aldatıcı büyüsüne kapılmış, ruhunu yüceltip gökselleştireceğine, kendini toprağa çakarak alçaltmış ve bu düşüşünü puta tapmanın türlü şekillerine tapmakla göstermiştir.
Akıl ve idrak sahibi insanın sorumluluk yüklemesi, Âdem kıssasının odak noktasıdır.
Seçme özgürlüğü, yol seçme zorunluluğu, her yolu deneme hakkı, bu deneme sırasında Âdem’in sürçmesi…
Ama hatada inat etmeyip, pişman olarak bağışlanmak dilemesi ve affedilmesi…
Bütün bunlar insanın, yaratılışı ile başlayan ve bu günde süren serüvenin, Âdem’in şahsında özeti.
Kuran bu kıssayı anlattıktan sonra, iyiliğin kötülüğe er geç üstün gelecek güçte olduğunu söyleyerek, insanlara umutlu bir gelecek müjdeledi. Ve dedi ki; “Ne zaman ki Rabbin yeryüzünde egemen olacak (yeryüzünde saltanat sürecek) bir varlığı türetmek istediğini meleklere söyledi.
Onlar; “Yeryüzünde fesat çıkacak (düzen bozulacak) ve kan dökülecek bir kimse mi üreteceksin? Biz seni överek kutsuyoruz” dediler. Rabbimiz de “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” dedi.
İnsan yeryüzünde düzen bozabilir, kan dökebilir. Nitekim öyle olmuş( bugün hala olmakta)…
Fakat o, aynı zamanda, tecrübelerinden ders alma, akıllanarak onlardan kurtulma yeteneği ile de donatılmıştır. Ruh –tecrübe-akıl-ruh zinciri eninde sonunda onu Tanrı’nın dilediği yola sokacaktır.
Bunu Yaratan da başlangıçta biliyor. Yaratan’ın bildiğine akıl erdiriyor ve şükrediyor.
Bilgisizlik, bir takım çıkarlar, düşkünlükler ve tutkular insanı yoldan çıkarsa da, onun özünde bilgi ile açılıp, gelişip büyüyecek, bütün bunlara üstün gelecek güç vardır.
Ve gün gelecek insan, bu gücün egemenliğini ilan edecektir.
Dünyanın ve kendinin efendisi olarak, yeryüzünde Yaratanın halifesi olma durumuna yükselecektir.
Çünkü onun gerçek yeri ve değeri budur.
Zaten akıl ve bilgiç sahibi olmasının nedeni, Tanrının ilmindeki gayeyi gerçekleştirmektir. Ve bu akıl ve idrakiyle, yaratılışındaki hayırseverlikle ve onu daima onu koruyup gözeten Tanrı’nın yardımıyla varması, bir yerde insan olmanın yazgısıdır.
Yine Kuran’da “Allah dileseydi sizi bir ümmet yapardı” der ve devam eder; “O sizi böyle bölük bölük ayırdı. Ta ki sonunda tanışasınız, kaynaşasınız diye”.
Demek ki son kertede Yaratan’ın dileği, yeryüzünü iyi insanların doldurması ve onların iyilikle yarışmasıdır.
Dinin de amacı, insanları Yaratan’a ve birbirlerine sevgiyle bağlayarak, aralarında gerçek biriliği kurmak ve kardeşçe yaşamayı gerçekleştirmek değil mi?!
Yarın devam edelim…
Sevgiyle mutlu kalarak
Norm: Din=Barış
Reel: Din=Savaş
Hayat norm ve reel çatışması ise, her şeyi Allah bilirse, bu her şeyi ona bırakmamızı gerektirmez. O’nun bilmesi bizim bilineni yapmamızı gerektirmez.
Biz akaiddeki maturidi düşün sistemine göre yüzde elli irade sahibi olduğumuza inanırız. Cüz’i ve Külli irade tanımlaması yapılırken insanoğlu hep sözcüklerin yanılsamasına maruz kalmıştır.
O nedenle, şu dizeler irade-i külli nin ileri boyut resmidir.
“Mevlam rastgetirirse işini, mermere geçirir dişini,
Mevlam rastgetirmezse işini, yoğurtta kırar dişini…
Ne teslimiyet ne rububiyet
Son gerçek: Öz dinden uzaklaşıldıkça din savaş unsuru olacaktır, tahammülsüzlük bağnazlık unsuru olacaktır.
Savaşların en büyüklerinde ortak payda din.
Bu beni ürkütüyor.
Bir insan dahi ölmeyecekse yahudilerin veya müslümanların ;gerekiyorsa filistini terk etmeleri çözüm olacaksa ,buna dahi evet demeliyiz diyor rasyonel akıl.
Bir insan dahi ölmeyecekse..