Pazara yöneldiğinde, sıtmaya tutulmuş gibi titriyordu. Yanından geçen tanıdıkta olsa bakmadı.
Eczane mi yoksa market mi diyerek, posta treni gibi geçti. Kafasını kaldırdı ve eczane mi yoksa market mi bu nasıl iştir? Eczanede sebze ve meyve satılır mı? diye sordu. Gülmeye ve el kol hareketleri yapmaya başladı. Amcam, havaya bakıp seslenmek şeklinde tuhaf davranışlarda bulunurdu. “Yaşlılık” derdim. Şimdi ben de onun gibi oldum. Kurulu plak gibi amcamın hareketlerini taklit ediyorum, dedi.
Tahtayı kemiren kurtçuk gibi midesi gurulduyor ve sanki parçalara ayrılıyordu. Sancı içerisinde kıvransa da doktora gitmiyordu. Komşuları “Niçin doktora gitmiyorsun? Diye sorduğunda, “Acıyı doktor duymuyor ki” diyordu.
Bina sağlam görülse de çökebilir, kimse müdahale edemezdi. Aklına geldiği gibi konuşur, “Ağzı olan laf üretir,” derdi.
Normal boyluydu, bir solukta üç dört hastalığını sayardı. “Devlette ne çektim ama emekli olabildim,” derdi. Saçları kırlaşmış ve çoğu kaçmıştı, gözleri çökmüş ve yüzü solmuştu. Hareketli bir yapısı vardı. Birine laf atsın, çocukluk huylarını yaşasın, karşısındakine şaka yapsın arardı.
Arkadaşına şaka yapmak için, ekmeğini gizledi. Arkadaşı ekmeğini bulamayınca gitti, bir ekmek daha aldı. Gülüyor ve ekmeği sakladığı yerden çıkarıyordu. Yanından geçen gence bir şeyler sormaya başladı. Genci yankesici yerine koydu. Sonuçta şaka olduğunu söylediği halde gencin tepesi attı ve emeklinin üzerine yürüdü.
Çarşı Pazar gezer önüne gelene takılırdı. Sürekli dolaştığı için, “posta treni” gibi derlerdi. Çünkü ona yan baksalar, posta treni gibi, derdi. Bazen de kabuklu hayvanlar gibi kendi küçük dünyasına çekilirdi. “Hayatın bir bölümünde varım,” derdi. Bugün niçin gülmüyorsun, dediklerinde, Posta treni, işin tıkırında giderse, güler eğlenirsin. Yoksa gülmeye halin kalmaz, derdi. Posta trenine, “Bize akıl veriyorsun ama sebzelerin iyi değil,” dediklerinde, “Mum dibine ışık vermez,” diyordu.
Komşu “pazarda bavul taşıyan hamallar gibi ne bekliyordun,” dediğinde “semerimle yavru kuşların peşindeyim,” dedi. Komşunun geçen hafta, neredeydin? sorusuna, “Bulutların üzerine çıktım, dedi. Ona rüyanda mı gördün, bulutları hayallerinde mi sandın kendini? Diye sordu. Üstten uçtum, dedi.
Onu gören laf yememek için yana çekilir görünmemeye bakardı. Çünkü hurda kamyon gibi gürültü çıkarır ve yüz metre sonra da su kaynatırdı.
Meyvelerini toplar, yoldan geçene dağıtırdı. Bahçesinin çevresinde duvar bile yoktu. Bahçenin kenarına astığı levhaya “yediğin kadar topla,” yazmıştı.
Kafası sürekli meşguldü. Bazen sessiz dünyasına çekilir, bir tek eşek arısının vızıltısına bile dayanamazdı. “Şempanze gibi daldan dala atlarım,” diyordu.
Posta treni, yüreğimin derdini, kimselere anlatamam. Yaşıyorum ya şakayla karışık, diyordu. Yaptığı şakaları, itiraf ettiğinde kimse inanmamıştı. Midesini kemiren arıza bağırsağına inmişti. Sindirim borusu acı bir arıza tarafından işgal edilmişti. İşgale doktor da müdahale edememişti. İşgalciler yemiş içmiş çoğalmışlardı. Kendisi yemezse kemirici acımasızlığını sindirim burusunda dayanılmayacak ağrılara neden oluyorlardı. İlaç hariç kemirgenlerin isteğini yerine getiriyordu.
Kemirgenlere davetiye gönderir ve isteğinizi bildirin, derdi. Onların isteğine göre, üç öğünü çoğu zaman dörde çıkarırdı. Ayrıca işgalcilere gizli kaydıyla ilaç gönderirdi. Bunun üzerine işgalciler vücudun farklı bölgelerini de işgale başladılar. Çözümsüzlük sindirmeyen sistem haline gelen olay diğer sistemlerde de etkisini göstermeye başlamıştı.
Posta treni, değneğini çocuklara kılıç gibi salladı. Elleri çamurluydu. Suya baktı, sendeleyerek yürümeye başladı. Su kuşları yanından geçerken korktu. Çocukların gülmelerine surat astı.
Dereye girdi ve adımlarını atmaya çalıştı. Kafasını kaldırdı ve gökyüzü baktı ve yüzü koyun suya çakıldı. Çıkarttığı sesi şaka zannettiler. Yoldan geçen köylüleri posta trenini suda yatar görünce, suya girip ayağa kaldırdılar ki, tren maalesef hareket etmiyordu.
Posta treni gibi geldi ve aynı özellikleriyle gitti, dediler.
Hasan TANRIVERDİ