Anadolu’nun kapıları 1071’de Malazgirt Zaferiyle açılmış, 1453 İstanbul’un Fethi ile bu topraklar Türk Milletine tescillenmiş, Kurtuluş Savaşı ile de Anadolu’nun kapıları ebediyete kadar kapatılmıştır.
Dolayısıyla bin seneye yaklaşan bir sahiplenme ile kendi medeniyetimizi Anadolu’ya mühürlemişizdir.
Yine Çanakkale ile Sarıkamış harpleri de bu topraklarda tutunma mücadeleleri olarak kayda değerdir.
Türk Milleti canını ortaya koyarak verdiği her mücadelede, bu toprakları kanıyla sulayarak aziz kılan ecdadımızdan her birinin ayrı bir kahramanlık hikâyesi vardır.
İşte bunlardan biri, 250 bine yakın şehit verdiğimiz Çanakkale Destanı’ndan bir Mehmetçiğin hikâyesinde şöyledir:
Ramazan’ın ikinci günüdür…
Çanakkale’de ateş kusan siperlerden biridir…
Havada vızıldayan kurşunların dindiği bir ara Mehmetçiklerden biri, cebindeki kâğıt kalemi çıkartarak burnunda tüten kızcağızına mektup yazar, aslında bu onun son saatleridir…
“Benim güzel kızcağızım, bu gün Temmuz 14, Ramazan’ın ikinci günü.
Şeyhülislam oruç tutmayabilirsiniz diye fetva verdi, ama benim içim rahat etmedi.
Oruca niyetlendim. Sahur vakti çalıların arasında iki kök çiriş (pırasadan daha küçük bir ot) buldum. Onlarla sahur ettim.
Gündüzü yeni siperler kazdık.
Hiç susamadım.
Taarruz arttı.
Kafamızı çıkaramadık.
Akşam olunca bir asker ezan okudu.
Siperin içinde matara elden ele dolaştı.
Herkes orucunu su ile açtı.
Ben zannettim ki sadece ben oruçluyum.
Meğer bölüğün hepsi oruçluymuş.
Matara en son bana geldi.
Geldi ama ben kendimden utandım.
Arkadaşlarım hepsi sahursuz oruç tutmuşlar.
Ben ise iki çirişi yediğim için arkadaşlarıma karşı kendimi mahcup hissettim.
O gün oruçlu şehit olan ‘Erzurumlu, Darendeli, Yeniceli… memleketin her yerinden şehit olan arkadaşlarımın hakkını nasıl öderim’ diye gözyaşı döktüm.”
…
İşte, Anadolu’yu yurt tutmak için yola çıkan Horasan Erenlerinin niyeti neyse, vatan toprağının her karışını savunmak için Çanakkale’yi kurtaran ruhta oydu… Aziz ecdadımıza rahmet ve minnetle… Zemheri