Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
Bu gün günaydını heceliyorum, eklerine köklerine ayırıyorum ve diyorum ki:
YAZMAK
“Yazıyorum / Nesneleri parlatmak için, yazmak bir parlatma / Yazıyorum
Karanlığı yensin diye ışık / Şiir bir yengi / Yazıyorum
Buğday başakları okusun diye beni” Nizar Kabbani
Merhaba yeni bir günden… Bu gün sizlere cep telefonumdan yazmaya çalışacağım. Çünkü dünden bu güne masa üstü bilgisayarım isyanlarda. Çalışmamda çalışmam diyor. O nedenle yazıda kelime ya da harf hatam olursa affola…
Sanırım hepimiz biliriz çocukluğumuzdan “Küçük Prens” hikâyesini İşte bende her sabah Küçük Prens’in yaptığı gibi yapıyorum, vaktim yok çünkü ağır ağır gidemiyorum artık. Tükeniyor ömür. Benim koşarak gittiğim su pınarı dostlarımın güzel yürekleridir… Oraya bir zerrecikte olsa gül kokan bir sevgi bırakmaktır çabam… Belki çok ama çok eski bir tarihte biri okurda yazdıklarımı vay bir zamanlar bu adamda yaşamış der mi?.. Kim bilir hatırlanmaz bile gidince üç gün sonra… Hatta birçoğu üstüne bir kürek toprak atıp dönüp ardını giderken bile…
O zaman başlayalım yazmaya ama önce bir günaydın olsun selam olsun yeni gün için sizlere…
Amatör olduğum gerçeğini iyi biliyorum. Ancak başka yazarların sıradan kalıplarını zihnime yerleştirmektense, tüm yaratıcılığımla savaş verdim sıradanlıklara… Hiç duyulmamış deyimlerim, komik anlatımlarım, sadece benim anladığım cümlelerim oldu. Yaratıcılığın profesyonelliğe giden bir basamak olduğu gerçekti. Erişemediğim, yorulduğum basamaklar vardı… Amacım yoktu…Onlar tüm profesyonellikleri içinde kanıtlanmış başarılarını sevdiler; bense tüm amatörlüğümün ortaya koyduğu anlamsızlıklarımın içindeki kelimelerimin anlaşılmamasını!..
Yazılanlar, çizilenler, karalamalar bile özeldir. Her noktam, kelimelerimin dizilişi, paragraf başlarım… Hepsi benim. Hepsi birer serzeniş, yakarış, silkeleniş hayattan… Sadeliğimle, tüm pürüzsüzlüğümle göründüğüm aynam. Bazen anlaşılmazları oynuyorum kalemimle. Her kelimem bin bir şekilde cereyan ediyor. Anlamlar ve anlamsızlıklar içinde geziyorum, süsleniyorum… Anlamsızlığımın içindeki kelimelerimin anlaşılmamasını seviyorum…
Hayat zordu. Kötü günler, az yaşanan anlık, küçük, mutluluk dilimleri içerisinde büyüdük. Günler düşlerden doğdu; geceler asi baktı hayallere… Paylaşamadık… Ben yazılarımın kocaman sınırlarına yerleştim; diğerleri hayatı insanlarla paylaşabileceklerini sandıkları kasabalara… Onlar anlaşılmayı seviyordu; bense anlamsızlığımın içindeki kelimelerimin anlaşılmamasını…
Başkaları girmedi hiç hayatıma. Dinlendim, sindirdim ve kalemimle anlattım doğrularımı. İlk defa kendimle konuştuğumu, ruhumun yazıma yansıdığını hissettim. Kelimelerdeydim, sonra virgüle kaydım, noktayla tükendim hep. Nihayetinde pek çok şey yazdım. Amaç için değil, sevmek için. Ve kalemimin gölgesindeki hayaletimin nasıl bir şey olduğunu anlamak için. Acayip bir şey olduğumu yazdıklarımdan sonra daha da iyi anladım, anlıyorum… Kalemimin ucu bitse de, anlamsızlığımın içindeki kelimelerimin anlaşılmamasını seviyorum…
Yazmalı insan tükendiğinde yaşamdaki yeşiller, yazmalı insan seni anlayacak tek kalp atışı bulamadığın zaman. Yazmalı insan kelimelerin gücüne inandığı her an. Kalemin kâğıdıyla buluştuğunda vücudun her hücresi ayrı ayrı hissetmeli sarsıntıyı. Çok dik tutmamalısın kalemi, nede çok eğri. Daha da doğrusu elinde ki kalem kendinin olmalı. Elindeki kalemin senden başka sahibi olmamalı…
Gördüğünü kalemiyle resmetmeli, betimlemeli insan, kelimeler sulu boya…
Düşündüm de hep aşktan yazmalarım, odamdan seyrederken gökyüzünü aklımdan geçenlerden ibaret işte. Oysa bir ince cam, dünyadan odamı ayıran…
Hep haksızlığa uğramışızdır, hiç düşündünüz mü? Herkes haksızlığa uğramışken haksızlık eden kim acaba diye?
Yazmalı insan canı her sıkıldığında, yazmalı insan hiç umut kalmadığında, yazmalı insan yazdığında sarsıntılar yaratmalı kalemi, yazmalı her insan hayatı kendi gördüğü kadarıyla, inandığı kadarıyla, yazmalı insan her, her içi acıdığında…
İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile
Bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı insanın kendi aynası olur.
İnsan hissettiğini yazar. Ama o his zaman evvel zaman içinde kaybolur. İnsan o hissin kaybolmaması için yazar.
Misal “Sana muhtacım!” cümlesi tek başına yalın kalabilir ve hatta yitip gidebilir ama “Bana bir kez ‘canın sağ olsun’ demiştin, yıllar geçti unutmadım. Sevgine ve ilgine muhtaç kalbim, silmemiş, silememiş bu cümleni yıllar geçti hala tonu bile kulaklarımdadır.” da kaldığı gibi kalabilir. İnsan, yitip gitmesin diye yazar. O hissin yitip gitmesini önleyen sadece yazı değildir, aynı zamanda nasıl yazıldığıdır.
İnsanın neyi, neden yazdığı belki sadece kendini ama nasıl yazdığı kesinlikle kendi kadar başkalarını da alâkadar eder. Çünkü yazının şekle gelmiş hali bir yol olur, insandan insana bir yol…
Misal, güz günlerinde, bir ikindi vakti, bulutlar dahi kaylule sonrası mahmurluğu yaşarken, bir evde portakallı kek pişer, yanına bir çay demlenir. Bir başka evde bir kavga kopar, bir iş yerinde iş temposunun ağırlığı birini boğar, biri durakta otobüs bekler, biri bebeğini uyutur, birileri kavuşur, başka birileri ayrılır…
Hislerin bunca çok, bunca farklı olduğu bir “an” içerisinde biri, herkesin bildiği ama fark edemediği bir şeyi üslubunca yazıya döker “portakallı kekin ve çayın kokusu kavuşunca mutluluk olur; vallahi.” Bir evdeki mahrem mutluluk yazı ile her eve, her yola, her mekâna yayılır…
Misal, güz günlerinden birinde, bir ikindi ezanı okunur, binlerce ezandan bir tanesi, aşina kulaklarımız belki farkında bile olmaz ama biri o fark edilmeyeni yazıya döker “Ah ikindi ezanı, ne güzelsin sen, ne güzel… Ömrün olgunluk, durgunluk vakti gibi, gibisin…” o vakte şekil verir, onu yol kılar, o vakit dildeki mahrem farkında olma hali tüm mahremiyetinden sıyrılır.
Tüm okuyanlara yayılır. İnsan öyle bir yazar ki yanımızda piştiğinde almadığımız portakallı kekin kokusu, yanımızda okunduğunda duymadığımız o ikindi ezanının sesi buram buram içimize dolar.
İnsan öyle bir yazar… İnsan nasıl yazar?.. İnsan öyle bir yazar ki!..
Ne, niçin ve nasıl yazılır?.. Yazmak için sessizlik ve yalnızlık gerek, sessizlik ve yalnızlıkta yazılır ama sessiz ve yalnız kalmamak için yazılır.
Duyuyor musunuz, ey buğday başakları?..
Yazmak vermektir. Bir “alan” yoksa vermek de yok demektir. Düşünen ve hisseden insanlar insanlıklarından bir iz bırakmak isterler. Ne bir kibir ne de bir başka zayıflıktır bu. İz bırakmayan insan bir eksiklik hisseder, tamam olmamış, yarım kalan bir şeyler vardır. Nefes alıp da vermemiş gibi olur, sevinip de gülmemiş, üzülmüş ama ağlaması engellenmiş gibi hisseder kendisini. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire…
Neden yazdılar o satırları?..
İnsanları birleştirirken zaman ve mekân engellerini ortadan kaldıran bir eylem yazmak… Ve tabi okumak… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yaza(r/n)lar birer insan ve bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler.
Evet… Bu nedenle: “Yazmak vermektir. Bir “alan” yoksa vermek de yok demektir.” Demiş Cemile Bayraktar…
Ya diğer ustalar ne demiş…
– Yazana zorluk vermeyen yazı, okuyana da zevk vermez.
Samuel Johnson
– Güzel yazmak, iyi düşünmek demektir.
Ö.L. Diskon
– Okumak bir insanı doldurur, insanlarla konuşmak hazırlar, konuşmak ise olgunlaştırır.
Francis Bacon
– Yazanı ürküten, anlamayanın kabalığı değil, anlayanın dudak büküşüdür.
İ.Habib Sevük
– Çok yazan değil, güzel yazan yaşar.
Cenap Şehabeddin
Evet, dostlarım işte buraya kadar yazacaklarım. Biliyorum, duyuyorum da söylediklerinizi ”yine uzun uzun yazmış,” bir can kardeşim kral kardeşimin dediği gibi iki evlek yazmışsın diye, bizim bunu okumaya zamanımız mı var” diye… Olsun belki bir cümle okudunuz, belki bir kelime bana yeter başlığa bakmanız bile…
Sevgiyi yüreğinde hisseden, yalansız ve seviyeli adı geçtiğin de olması gerektiği yerde olabilen paylaşmayı bilen gönül dostlarıma içi gül rayihası dolu sevgi yüklü aydınlık bir gün diliyorum, gülüşleriniz çoğalsın, mutluluk gözlerinize takılı dursun.
Bugün yaşamın nefis tadını hissettiğiniz, umuda hoş geldin diyen dudaklarınız da tebessüm, ruhunuzda barış, sevgi şiirleri/şarkıları takılı olduğu bir gün olsun. Herkesin günü de aydın olsun diye diliyorum…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun… Mutlu, umutlu, sağlıklı, acısız, gözyaşsız güzel bir hafta dilerim. Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#