Yirmili yaslarda; uzun boylu, kara giysili, çevik yürüyüşlü bir kadındı. O sabah yine umutla kalkmıştı yatağından. Bu ülkeye geleli iki yıl olmasına rağmen her yeni güne şükrederek uyanıyordu.
Ülkesinde hiç bitmeyecek gibi görünen bir savaşın içine doğmustu. Önceleri yabancılara karşı olan yapılan savaş sonraları kendi insanına karşı yapılan bir savaşa dönüşmüştü. İşin kötüsü aynı halk iki keskin tarafa ayrılmış biri Yaratıcı’nın hakimiyetini yeryüzüne yaymak adına koca bir cehennem oluşturmuştu. Özellikle kadınların cehennemi. Söz hakları olmadığı gibi yanlarında bir erkek olamadan dışarı çıkamadıkları, okula gidemedikleri bir cehennem…
Her yaşanan gün daha kötüye gitmişti. Küçük yaşta kendinden on yaş büyük komşu ile evlendirilmişti. İtiraz etmek aklından bile geçmedi. Öyle görmüşlerdi. Geleceğin kararını büyükler verirdi. Kısa sürede bir bebek aldı kucağına. Savaşın ortasında güvenden uzak, sevmediği ama alıstığı kocası ile yaşamaya çalısırken çevresinde birileri başka ülkelere sığınmanın yollarını bulmuşlardı. Kendi ağabeyi tam iki ülke geçerek yeni bir hayata adım atmıstı. O ülke ile ilgili öyle güzel hikayeler anlatılıyordu ki yeryüzünde bir cennet tarif ediliyordu. Afya bu ülkeye gitme hayalleri olusurken yeni bir kız çocuğunu daha kucağına aldı. Beyi “Allah’ın işine karışılmaz” deyip kabullenmiş göründü ama ifadesi farklıydı. Belli ki erkek çocuk önemliydi. Günler,aylar bu yolculuğun hayalleri ve hazırlıkları ile geçti…Zaman geldi. Ya yeni bir hayat başlayacak ya da hepsi birden karanlığa gömüleceklerdi…
Günler süren yolculuktan sonra yeni ülkeye, yeni hayata kavuştular. Ancak işlerin yoluna girmesi için biraz daha zaman gerekti. Çünkü daha güneyde birçok tanıdıklarının olduğu şehre gitmek istiyorlardı. Ülkelerinden kaçarkenki korkuları kalmamıstı. Yardım aldıkları insanlar sayesinde yeni şehirlerine vardılar.Tam da söylenenler gibiydi. Ne başlarının üzerinde patlayan bombalar ne de eli silahlı uzun sakallı insanların çevirmeleri vardı. Korkmadan yaşanabilecek bir dünya…
O günlerde Afya üçüncü bebeğini aldı kucağına. Bu kez bebeğin kulağina ezan okuyan kocasının gözleri ışıl ışıl oldu. Erkek bebeğin gelişi evde ablacıkların bile mutluluğunu arttırdı…
Yeni yuvalarını ağabeyi ve yengesi bulmustu. Kenar mahallede mezbele gibi görünen bir bahçe içinde iki odalı, tuvaleti disarıda olan bir ev… Ama Afya o sıkısmış bahçede rengarenk çicekler açarak inadına yaşamayı müjdeleyen ağaçlar gibi yaşama sımsıkı tutundu. Sadece iki yıl içinde bahçenin kırık dökük duvarı begonvillerle kaplandı tıpkı yaşamlarını saran umut gibi…
Burası hayal edebileceğinin ötesinde bir hayat sunmuştu Afya’ya. Ülkesinde sadece gözlerinin göründüğü siyah giysiye izin veriliyordu ama burada istediği her şeyi giyebilirdi. Elbette o yine siyahı ercih etti. Sanki istediği renkte bir şeyler giyerse şımarmış olacak belki de başına kötü şeyler gelecekti…Bu düsünce sonsuza kadar sürmedi.
Yarının hayalleri her geçen gün Afya’yı sardı. Dünya tatlısı iki kızı bu ülkede okuyabilir, kimseye muhtaç olmadan yaşayabilirdi. Afya’ nın cennetinde yoksulluk vardı ama o zaten yiyecek yemeği yatacak yeri olduktan sonra ailesi de yanındaysa başka hiçbir şey istemezdi… Kocası burada (aynı ülkeden gelen pek çok kişi gib)i bir taraftan kağıt topluyor bir taraftan da eskicilik yapıyordu. İhtiyaçları karşılanıyordu. Afya istediği için küçük bir dikiş makinesi alınmıstı. Sadece kendi dilinden olan insanlara değil buranın yerli halkına da bir şeyler dikmeye başlamıştı…
İşte o sabah; karanlık tüm geçmişin,ışık ışık aydınlığa dönüştüğü sabah, eski çarşıdaki parçacılara gitmişti. Başkalarına diktiği renkli kumaşlardan kendisini aldı. En çok sevdiği renk kırmızıdan iri güllü bir kumaş seçmisti. Ondan elbise dikecekti. Hep göze batmamak için çabalamıştı ya bugün başkaydı.
Kendisini yok saydıran o baştan başa siyah rengi artık istemiyordu. Madem ikinci bir hayat hediye edilmişti bu hediyeyi tüm kalbiyle kabul edecekti…
Bineceği durakta beklerken saniyeler içinde üzerine hızla gelen dolmuşu gördü. Kendini tüm gücüyle kenara atmaya çalıştı. Ama o anda herşey karanlığa gömüldü…
Çevredekiler koştular. Durağa çarparak durabilen dolmuşu insan üstü bir çabayla kaldırdılar. Kenara koydular. Altından siyah giysili, ellerinin arasından bir örtü gibi açılmış kırmızı iri güllü kumaşla bir kadın çıktı…