Çağlayanın gürültülü akışına döndü, gözleri baygınlaştı. Ruhu suya karışarak taşlar arasından geçti. Çam ağaçlarının dallarından sızan ışınlar yüreğini ürpertti. Yüzü sarardı, donuklaştı ve yere çöktü. Soyulmuş kütüklere yaslandı.
Hakan’a seslendi. “Hava mı soğudu, yoksa ben mi üşüyorum?” Dedi.
Hakan, hava güzel, sıcak, üşümüşsen, ateş yakmamı ister misin?
Ahmet içindeki limana sığınmak istedi. Bir an durdu ve “Buraya ilk defa mı geliyoruz,” dedi.
Hakan, “Ne diyorsun, on beş gündür, buralarda ağaç kesiyoruz ya,” dedi.
Ahmet, “Ağaçlar önüme eğiliyor. Onlara nasıl kıyabiliyorsunuz.” Ahmet, daraldığını, aletleri almasını, görmek ve seslerini duymak istemediğini, söyledi.
Ahmet, “Yoruldum, gücüm kalmadı. Parmaklarımdan kan çekildi. Bir daha gelmek, görmek ve motor sesi duymak istemiyorum, sayvanda yatmak istiyorum,” dedi. Dalların üzerinde uzandı. Yüzü sarardı, gözleri kızardı. Ellerini başının altına koydu. Gözlerini kapattı. “Çeşme içime aksa, belki içimin yangısı ve dudaklarımın kuruması gider,” dedi.
Ahmet, çam dalları üzerinde son defa yattığını söylerken, titredi. Çehresinden kan çekildi, gözleri sarardı. Hakan korku dolu bakışlarla panik içerisinde, “ağzından çıkanı, kulağın duyuyor mu? Diye sordu.
Ahmet “ruhumun peşinden gidiyorum. Her taraf çorak ve kırmızı toprak, yeşil bir ağaç yok. Kayalıklar güneş altında kavrulmuş. İçimi kumlara boşalttım. Çam kokusuyla içimdeki limana sığındım.” Gibi laflar etti.
Ahmet’in sakinleşti, rahat soluk aldı ve yüzünün sararması gitti. “Şehre gitmeliyim, böylece ağaçları kesmenin ıstırabını yaşamamış olurum,” dedi. Hakan sevindi ve tereddüt etti. Bizi korkuttun, rahatsız mısın? Hemen sağlık ocağına götürelim, dedi.
Hakan, hareketli olmaktan zevk alan Ahmet’in yatması bile bana ters geliyor. Şehre gitmeyi kafasına koymuşsan gönderiz. Davranışın hiç de öyle değil. Ruhun başka yerde gibi dalgın bakıyorsun, şefe söyleyeyim de seni eve götürelim, dedi.
Hakan; şefe bakarak, Ahmet şimdiye kadar gidecekti. Fakat annesinin ısrarı üzerine kaldı. İsteksizdi ama bugünkü gibi de olmamıştı. Bir an önce gitsin “Kendi düşen ağlamaz,” dedi.
Ahmet için ağaç kesmek, can sıkıntısı ve ruhuna eziyet olmaya başlamıştı. Yaptığından zevk almayan bir insan için her soluk bir yük, her arzu ise üzüntüdür. Sevincini kaybeden bir kimse kâbus görür gibi olur. Hayatın tatsızlığı, onu her türlü ıstıraba ve kötü akıbete sürükleyebilirdi.
Onun için babasının kaybı ve işsizlik, hayallerini söndürdü. Düş kuramaz oldu. Hayatını cehenneme döndüren bu kâbustan kurtulmak için, farklı bir ortama gönderip ruhunu sevgiyle doldurmak gerekirdi.
Ahmet yattığı yerden kalkmak istedi. Dengesini kuramadı, Hakan ellerini tuttu. Yüzü iyice beyazladı ve perişan hâldeydi. Ona seslendi, sağlık ocağına sonra da “Yarın gidiyorsun, Hüseyin ile konuşuruz, seni otokarda karşılar,” dedi.
Hakan, Ahmet’in sığındığı limandan ayrılmanın yolunu aradı. Şefe gitti ve olayı anlattı. Fakat Ahmet’in varacağı bir menzili kalmamış gibiydi. Çünkü söylenenlere tepki vermemeye başlamıştı. Ahmet’in peşinden şefte geldi. Şef Ahmet ile şakalaştı. “Yarın ala balığa çıkalım,” dedi. Ahmet cevap vermedi.
Ahmet, Şef’e “her şeyimi bırakıyorum. Ormana bir daha girmeyeceğim. Elim kolum kalkmıyor,” Diyebildi. Karanlıkta yolunu kaybetmiş, ümitsiz ve şaşkın bir seyyah gibiydi. Gözleri dışarı fırlamış, yüzü bir kızarıyor ve de sararıyordu. Hakan korkuya kapıldığını belirtmiyor fakat yapılacak bir şeyin de olmadığını görüyordu.
Hakan arkadaşlarına, “Ahmet şehre gitmeyi kafasına koymuştu. Bu işlerden, rahatsız oluyor ve ruhu sıkılıyordu. Aklından şehir çıkmıyor. Anasından izni alıp şehrin yolunu tutsun bakalım,” dedi
Ahmet okyanusta fırtınaya tutulmuş gemi gibi sallanıyordu. Yelkenleri uçmuştu. Fakat o kendini limanda sanıyordu.
Ahmet hiçbir eşya ve aletini almadan tomrukların kaydırıldığı yerin yanından aşağı ineceğini söylediğinde Şef karşı geldi. “İnemezsin, seni arabaya kadar taşıyalım,” dedi. Şef Hakan’a baktı ve ellerimi tutmuyor, inebilirim, diyor. Ahmet’i bırakma dedi. Ahmet ölüm diriliği denir ya öyle bir iyi durumda, dallara tutunup aşağı kaymaya başladı. Hakan da Ahmet’e “Dere kenarında buluşalım, eşyaları alıp geliyorum,” dedi.
Şef, “Ayakta duramıyor, yüzü beyazladı, saçları ağardı. Arkadaşlar hiç değilse peşine gidelim, dedi. Arkadaşları da işin ciddiyetini fark edince eşyalarını bırakıp vadiye inmeye başladılar.
Yukarıda çalışanlar olaydan habersiz, arka arkaya seslendiler. Tomrukları bırakıyoruz, dikkatli olun diye. Hakan acele inip Ahmet’i yakalamaya çalıştı. Fakat onu yakalayan, tomruk oldu. Tomruk, yeni soyulduğu için kayma özelliği yüksekti. Ahmet’te tomruğun kaydığı yola girince, yukarıdan gelen tomrukla birlikte dereye uçtular.
Ormanda bir “Ah” sesi yankılandı. Ses karşı yamaçtan döndü ve ikinci defa aynı “Ah” sesi tekrarlandı. Peşinden bir ah sesi daha.
Ahmet’in “Ah” sesi vadiden ormana doğru, hiç kesilmedi.
Hasan TANRIVERDİ