Görklü düşler beşiği, kutlu lâfızsın Payas
Bir nevrûze masalı, ay’la yıldızsın Payas
Yaşar Bayar
“Kitap istikbale yollanan mektup” diyor Cemil Meriç. İstikbale yani yarına taşımak. Dünde olanı, yarınla buluşturmak veya yarınlara ulaştırmak.
Yakınlarım bilir. Benim; biyografik yazılar, hatıralar ve seyahat yazılarına karşı merakım var. Yaşanmış hayatlar kurgulardan daha çok dikkatimi çeker. Özellikle şehir yazıları başka bir ifade ile mekân yazıları beni bulunduğum yerden alır oralara götürür. Bu edebi veya kültürel bir Tayy-i mekândır benim için.
Ellinin üzerinde şehir kitapları okudum. İlçeler ve beldeler hakkında okuduklarımı bilmiyorum. Her satırı okurken bahsi geçen yerlerde dolaşıyor gibi oluyorum. Vakit olarak buraları dolaşma imkânım olmayınca; ben de aynel yakin olma yerine ilmen yakin olmayı tercih ediyorum.
Konuyu dağıtmadan mevzuya girecek olursak, şunu diyebilirim ki üstat Rahmi Özen’in Payas ile yazmış olduğu yazılara binaen ve Payas’ta olanlar yüzünden böyle bir yazı yazmayı düşündüm.
Rahmi Özen benim için bir yazar olmaktan öte kıymetli bir büyüğümdür. Gayretine ve fikrine saygım sonsuzdur. Son olarak bir programda buluşmuştuk. Uzun sohbet etme imkânımız olmadığı için Payas için yazdıklarını takip ettiğimi ve önemsediğimi söylemiş bana tebessüm etmişti. Tamamı yarım dakikayı bulmayan bu görüşmenin ardından program yapılacak yere geçmiştik.
Malûm, ülkemizde elem verici bir deprem oldu. Belki deprem olarak dünyanın gördüğü en geniş coğrafya ve can kaybının olduğu bir deprem. Tabiî işin aslı araştırılınca ortaya çıkar. Rahmi Özen, Payas Belediyesi tarafından düzenlenen hikâye yarışması sonucu ödülünü almak için zikredilen ilçeye gitmiş ve döndüğünde ilçe ile ilgili sekiz adet yazı yazmıştı.
Bütün bu yazıları dikkat ve merak ile okurken ben de Hatay ve bütün ilçelerini dolaşmak için bir plan hazırlığı içindeydim. Maksadım Hatay ilini baştanbaşa dolaşmaktı. Tabiî evdeki hesap çarşıya uymadı ve ülke ve dünya kara haberi aldı. Deprem ait duyduğum ilk haber ise; “Payas yerle bir” ifadesiydi.
Bir an muhayyilemde Rahmi Özen’in yazıları canlandı. Şimdi oralar için anlattıklarının ne kadarı duruyordu? Soru mu cevap mı daha hüzünlüydü karar veremedim.
İşte üstadın yazılarından bazı satırlar:
“Payas’ı gezerken bir rüya kasrının bahçesinde iklim iklim ve bucak bucak; atalarımızın ok ıslığı ve atlarının nal sesi vuruyor kulaklarımıza. Baştanbaşa bir tarih ve sanat kokusuna portakal ve limon kokusu karışıyor. Taşı kitap eylemiş her eseri yeri göğü kıskandırmakta.. Hayallerimizi gerip gözlerimizin hayran kaldığı bu topraklara Payas’ın taş taş konduruluş demini yaşıyoruz. O çağları düşündükçe (damarımızdaki kan misal) ata mirasımız ruhumuzda dolaşıyor sanki. Onca tarih kokusu içinde şehrin ufku, telli duvaklı bir mürüvvet busesi arz ediyor bize…”
Yukarıdaki satırlar artık bu yazıyla yarınlara taşıyacak bahsedilen yerleri. Devam edelim: “1355 yaşındaki kadim Zeytin Ağacı’nın döktüğü yapraklarda Sokullu Mehmet Paşa’nın tunç yüzünü seyre dalıyoruz. Burada Mimar Koca Sinan’ın dehasıyla bir hangâh çiçeklendirilip muhteşem bir Külliye yeşertilmiş. Güvercinler, tarihi eserlerin pervazında hu hularla dönerken Payas Kalesi’nin taş kasnaklarında geçmiş zamanın inlediğini duyuyoruz. Liman’a sihirli bir ışık tutmuş gibi önümüzdeki Deliçay. Sularıyla hareli Gökgöl’ün ağlayan bir bulut gibi hâlâ cenk etiğini hayal ediyoruz.”
Elbette üstadın Payas için yazdıklarını buraya özetlemek mümkün değil. Bazı satırlarını sonraya bırakalım. Ancak elem bir hadiseden geriye kalan soğuk bir kış gününden, yakıcı bir gönül ateşine dönüştü zaman. Vakit, durdu; yürekler yangın yerine döndü. Üşüyen “dışımız”, yanan “içimizdi.”
Bir yazsının sonlarına doğru şöyle diyordu Rahimi Özen üstadımız: “Payas’ı hangi renge layık göreyim anı defterinde,’ dedim. Çünkü Payas’ta renkler birbiriyle yarışa girmiş. Bu demde benim gönlüm yeşili, maviyi ve sarıyı birbirinden ayıramıyor. “Ya sizinki?” diye soruyorum, şair arkadaşlarıma .“Portakal sarısı…” diyorlar.
O; sizin gördüğünüz zamanki rengi. Payas’ın rengi artık “kâbus karası” odu üstadım…
Kâbus karası ve gönül yarası…