Türkler, 5. yüzyılın ilk yıllarından itibaren Balkanlar’a girmişlerdir. Hun hakanı Attila, Balkanlar’ın büyük kısmını ele geçirmiş ve İstanbul yakınlarına kadar gelmiştir. 6. asırda ise Avar Türkleri Balkanlar’ın kuzeyini hâkimiyetleri altına almışlardır. Daha sonraki süreçte Oğuzlar, Peçenekler, Kumanlar ve Kıpçaklar Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a gelmiştir. Yani bugün Balkanlardaki Türk izleri Osmanlı’dan çok öncelere inmektedir. Osmanlı’nın Balkanlara (dolayısıyla da Avrupa’ya) ilk girişi 1353’te “Rumeli Fâtihi” Osman oğlu Orhan Gazi’nin büyük oğlu ve I. Murad’ın ağabeyi Veliaht-Şehzade Gazi Süleyman Paşa sayesinde olmuştur. Süleyman Paşa, Gelibolu Yarımadası’na geçerek Avrupa’ya ayak basmıştır. Böylece Balkanların tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Zamanla burada büyük bir Türk-İslâm medeniyeti inşa edilmiştir. Bütün düşmanlıklara ve çirkefliklere rağmen bugün Balkanlarda 550 yıl kalan Osmanlı’nın izleri hâlâ yaşa(tıl)maktadır. Üç kıtaya huzur, asayiş ve istikrar getiren Osmanlı Devleti, asırlar boyunca Balkan Yarımadası’na ve bu yarımadadaki halklara güven, barış ve dostluk duyguları aşılamıştır. 550 yıl gibi uzun bir zaman Balkanlarda varlık ve hâkimiyet mücadelesi veren Osmanlı, bu topraklarda insan hak ve özgürlüklerine azamî derecede uymuştur. Osmanlı’nın bu kadim coğrafyadaki o uzun bulunma sürecini “Balkanlar’da ilerleyiş ve hâkimiyetin sağlanması dönemi (1354-1683)”, “hâkimiyetin zayıflaması ve gerileyiş dönemi (1683-1821)”, “hakimiyetin yıkılışı ve Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarından çekilmesi dönemi (1821-1913)”diye üç ana döneme ayırmak mümkündür. 1354 yılında Orhan Bey’in büyük oğlu Süleyman Bey komutasında Gelibolu’dan giriş yapan Osmanlı, zaman içerisinde Edirne (1361), Filibe (1363), Niş (1375), Serez (1383), Ohri (1385), Sofya (1386), Şumnu (1388-1389), Üsküp (1392), Tırnova (1393), Vidin (1396), Niş (1428), Selanik ve Yanya (1430), Zvornik ve Srebrenica (1439), İstanbul (1453), Novo Brod (1455), Atina (1458), Raguza (Dubrovnik) (1458), Bosna (1463), Hersek (1482), Şkodra (1479) gibi çok sayıda önemli Balkan kentini hâkimiyeti altına almıştır. Bu halka zamanla daha da genişlemiştir. 1683’te gerçekleştirilen II. Viyana Kuşatması başarısızlıkla sonuçlanınca Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgedeki hâkimiyeti zayıflamaya ve gerilemeye başlamıştır.
Osmanlı’nın Balkanlardaki uzun hâkimiyetinin sırrı, bütün kültürlere ve inançlara karşı hoşgörülü davranmasıdır. Buna “millet sistemi” adını veriyorlardı. Bu sistem Rum (Yunan), Bulgar ve Sırp Ortodoks kiliselerine iktisadî, dinî, adlî ve sosyal yetkiler, haklar ve özgürlükler tanıyordu. Yani farklı kültür ve inanç mensupları kendilerini rahat hissediyorlardı. Fakat bu birlik ve beraberlikten rahatsız olanlar, o milletleri kışkırtıyorlardı. Bu sistem 19. yüzyıla kadar Osmanlı’nın faydasına işlediği halde ondan sonraki süreçte milliyetçi duyguların ön plana çık(arıl)masıyla da Osmanlı Devleti’nin aleyhine işlemeye başladı. Yakın zamanda 100. yıldönümlerini idrak ettiğimiz Balkan Savaşları nereden bakarsanız bakın, acılarla ve hüzünlerle doludur. Balkanları kaybedişimiz bizi millet olarak yürekten sarsmıştır. Sözün bu noktasında Serdengeçti’nin şu şiirini sizinle paylaşmak isterim: “Bin yıl oldu toprağına basalı/Hayli oldu kılıçları asalı,/Bülbüllerin onun için tasalı,/Sazlar kırık, ayar tutmaz telleri,/Biz neyledik o koskoca elleri?..//Yol görünür, hakan emir verirdi,/Dalga dalga ordularım yürürdü,/Hamlemizden dağlar taşlar erirdi,/Dolu dizgin aştık nice belleri,/Biz neyledik o koskoca elleri?..//Ferman çıkar, dal kılıçlar takınır,/Meydanlarda Rabbe dua okunur,/Gölgemizden bütün cihan sakınır,/Andırırdık coşkun akan selleri,/Biz neyledik o koskoca elleri?..//Kosovalar, Plevneler bizsizdir,/Yosun tutmuş camilerim ıssızdır,/ Boynu bükük minareler öksüzdür,/Açmaz olmuş Kızanlığın gülleri,/Biz neyledik o koskoca elleri?..//Hâli görür, geleceği sezerdik,/Bir zamanlar ta Vistül’de gezerdik./Haritayı biz kendimiz çizerdik,/Fetheyledik deryaları, çölleri,/Biz neyledik o koskoca elleri?..”