Aziz şehidim, bu hasret yüklü mektubumu, kırık dökük cümlelerimin meramımı tarife yetmeyeceğini bile bile, bu karanlık çağdan kanlı gözyaşlarımla yazıyorum.
Kutlu şehadetinizin yüz yıl ötesinden sesleniyorum şahs-ı manevînize. O günden bugüne, köprülerin altından nice coşkun sular aktı. Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları, yıllar on yılları kovaladı. Dile kolay tam bir asır geçti kor ateşler misali, yüreklerimizi dağlayan yokluğunuzdan bu yana… Fakat geçen bunca senelere rağmen hatıranız ve yaranız daha dün gibi sımsıcak; gül kokulu… Kim demiş yaralarımız kabuk bağlamış diye? Sizler yâdıma düştükçe o günlerin hüznünü ve acısını yeniden yaşıyorum.
Ey kanlarıyla toprağı vatanlaştıran aziz şehitler! “Artık karşılarında Türk Ordusu diye bir kuvvetin kalmadığını, Çar’ın emri gereğince, Haziran ayında İstanbul önlerinde olacaklarını” ifade eden Rus Kafkas Ordu Komutanı General Yüdeniç’in planlarını ve hayallerini yerle yeksan ettiniz.
Siz ki vatan aşkınızla zafer sarhoşluğu içinde gaflet uykularında yüzenleri kabuslara uyandırdınız. Siz ki şehadet aşkıyla Şubat 1915 ile Şubat 1918 döneminde üç yıl süreyle, başta Kop Dağı olmak üzere, bölgede olağan üstü hava ve arazi şartlarında devam eden kanlı muharebelerde silah ve teçhizat yönünden kat kat üstün durumdaki Rus Ordusu’na karşı şanlı destanlar yazdınız.
Ölümden korkmayan sizler; kelimelerle ifade edilmesi müşkül, dillere destan Kop Dağı Savunmanızla, doğuda Rusların hayallerine ulaşmasına engel oldunuz. Her ne kadar Kop Dağı Savunması sonucunda, Ruslar ilk hedefleri olan Bayburt’u işgal ettilerse de, Rus Ordusu bu ateş hattında altı ay süreyle geciktirildi; insan, silah ve malzeme yönünden ağır kayıplara uğratıldı.
Ey şehit oğlu şehitler! Sizler Kop Dağı Savunması’yla, Rusların sıcak denizlere inme, İstanbul ve stratejik önemi olan Türk Boğazları’na sahip olma hayallerini bıçak gibi kestiniz. Yine Ermenilerin, bu cephede Ruslarla işbirliği yaparak hayata geçirmeyi düşündükleri “Büyük Ermenistan” hayallerini de bitirdiniz. Onlara savaşın silahla değil, yürekle kazanıldığını gösterdiniz.
Ruslar kin ve nefretlerini kusuyordu Kop Dağı’nın doruklarında. Yiğitlerin göze, düşmanların dize geldiği bu topraklarda bir millet, mübarek kanlarıyla emsalsiz bir tarih yazıyordu. Yokluğun ve yoksulluğun gölgesinde büyük bir mücadele verenler, son nefeslerinde anıtlaşıyordu.
Fedakârlığın somutlaştığı, şeref ve haysiyetin tavan yaptığı yerdir Kop Dağı. Esaret altında, zelil ve rezil bir hayat yaşamaktansa ekmeksiz yaşamaya rıza gösterenlerin şerefli serencamıdır. Kışın ortasında gül yüzlü baharı düşleyenlerin rüyasının kutlu tabiridir. Asil ruhların duldalığıdır.
Siz ey mangal yürekli kara yağız delikanlılar, canlarınız pahasına bu güzel toprakları bizlere armağan ettiniz. Sizler ki sanki etten kemikten değil de, tunçtan bir heykel gibiydiniz gönül kaidesinde. Analar bağırlarına taş bastı ardınızdan. Sımsıcak gözyaşlarını içlerine akıttılar biteviye. Yüzü tebessüme hasret kaldı gelinlerin. Gidip de geri gelmeyenlerin hasreti, gözlerde kanlı yaş oldu. Sizler ardınızdan körpe yetimlerinize katlar ve yatlar bırak(a)madınız. Giydiğiniz eprimiş bir gömleği, altları delinmiş eski püskü bir çift potini bıraktınız miras olarak. Sizler, Hakk’ın en muteber iman elbisesini kuşanarak kutlu huzura vardınız. Keza sizin dışınız değil, içiniz zengindi.
Can paresini, son kez yüzünü bile göremeden ömrünün baharında kara toprağa koymak ne demektir bilir misiniz? Bunu şehit analarına sorun. Bu ne yürek yakan bir acıdır âh!… Bu tarifsiz acı(lar) karşısında demir olsa erir, odun olsa yanardı. Ana yüreği buna nasıl dayanırdı?
Vatan için gözünü kırpmadan yârdan ve serden geçen şehitler!… Gökteki ay misali karanlıkları aydınlattınız, güneş misali yüreklerimizi ısıttınız o buz tutmuş zemherilerde. Düşmanların attığı bombaların ateşini yüreklerinizde söndürdünüz. Sizin, göğüs kafeslerinize sığmayan heyecanları böğründe taşıyan ne ulvî bir ruhunuz var. Sizler; gelecekte körpe kuzular baba kokusuna hasret yaşamasınlar diye babalıktan, aileler yuva sahibi olup huzur ve sükûn içinde yaşasınlar diye sımsıcak yuvalarınızdan feragat ettiniz. “Ene” demediniz, “ente” dediniz.