Kafalarımız milyonlarca denilecek kadar karışık.
İnsanları hak etmedikleri kavramlarla bir yerlere mahkûm ediyoruz.
Bu “muhalif” dediğimiz anda bir yere kategorize ediliyor. Doğrusu eğrisi asla tartılmıyor. Bu kişi “taraf” denildiğinde de durum farklı değil. Adil olmak en doğru ifade gibi görünüyor. Acaba fikirlerinizi doğrudan söyleyip arkasında durduğunuz için mi adilsiniz? Yoksa yanlışa yanlış doğruya doğru dediğiniz için mi?
Siyasi parti veya sivil durumlarda fark etmiyor. Hep taraf olmanız bekleniyor. Elbette görüş ve duruşlarınızda net taraflarınız olacaktır. Derler ya taraf olmayan bertaraf olur. Siyasi olarak bazı düşünceleri hatalı buluyorsanız muhalefet etmelisiniz. Ancak bunu kamuoyunda değil kendi parti içinde kurallar çerçevesinde yapmalısınız. Demokratik olgunluğun olduğu her yerde farklı görüşleri iyileştirme sayarlar. Farklılık her zaman daha farklı bakış açısı yaratır.
Mesela bir gazetecinin muhalif veya taraf olmasını şöyle değerlendirmek lazım. Siyasi veya diğer konularda yanlış yapılan bir konuyu doğru diye yazması, adlandırması ciddi sorun zaman kronik yandaş yaftasını alır. Hep destekleneyim. Hep övüleyim. Yanlışı görmemezlikten gelin. Kusura bakmayın bu akan suyun tersine dönmesi kadar saçma.
Adil ve dürüst olan insan bazen muhalif, bazen de taraf olur. Taraf olacaksak haksızdan, mazlumdan yana olmalıyız. Son zamanlarda hepimizin koro halinde söylemleri şu şekilde; kendi içimiz bizi kemiriyor. Kendimizi kendimiz yiyoruz. Biz olamıyoruz. Aynı pencereden baktığımız ya da aynı gemide olduğumuz halde Neden? Niçin? İşte en büyük sorun da bu. Egolar ve tek adamlık zihniyetler, demokratik diktatörlük hangisini uygun görürseniz.
Yazımı özellikle kısa tuttum. Okumadan beğenenlere ne yazmışım neyi beğendin dediğimde anlıyorum ki okumamış. Kısa ama içeriği önemli.
Yanlışa karşı her zaman muhalif, doğruya taraf olmalıyız.
Hiç kimseye ayrım yapmaksızın herkese eşit mesafede davranmak da adalettir.