Bugün” Anneler Günü “ hani o canımız yandığı zaman “ Yandım Anam “ diye feryat fiğan bağırdığımız. Hatta küçükken yaramazlık yapıp dayak yiyince ondan ana diye ağladığımız…
Hani o geceleri yattığımız zaman gelip yorganı üstümüze koyan ve odadan çıkarken bile dönüp evladına bakan.
Hani o duygu seli konumlarında hep evladını düşünen ve aklından çıkarmayan annelerin günü.
Annesini kaybeden her evlat gibi benimde bir burukluk var bu gün içimde… Derin bir yara acısı tarifi imkânsız. Babam gittiğinde ardımda ki duvar yıkılırken, düşmemek için tutunduğum anamın ak saçları da yok artık. Elimi nereye uzatsam boşluk tutar avuçlarım.
Ve konuşurum anneme her ziyarete gittiğimde mezarının başında uzun uzun…
Derim ki onu usulca;
Anne diye seslenmeyi o kadar çok özledim ki. Ben senden sonra her gün yorgunum, durgunum ve seni özlediğim her an kırgınım annem. Sen yoksun ama birde kalbimi inandıra bilsem… İşte belki o zaman yaşama hevesim yeniden filizlenecek şu öksüz, yetim kalbimde…
Güne kattığım ilk nefeste gittiğin günden buyana yokluğun var annem… Zamanla küllenir demişti herkes sensizliğin acısı için. Yalanmış annem. Gecenin koyu yalnızlığı gibi düşlerimde, günün ilk tokadı gibi sabahım da yokluğunun keskin sızısını yaşıyorum. Hatta belki günden güne acısı artan, sırtıma saplanmış bir bıçağın kanattığı ve günbegün ince ince kanayan bir yara sensizlik…
Hayatımın fotoğrafını çekiyorum her gün. Şöyle bir bakıyorum. En iyi teknikler kullanılmış, malzemede masraftan kaçınılmamış, dekorun cıvıl cıvıl olduğu bir kare elimdeki. Ama biliyor musun, asla netleşmiyor, hep flu bir fotoğraf bu. Çünkü bir eksik var. Hem de yeri hiçbir şeyle doldurulamayacak bir eksik… Anne sıcaklığının yerini hangi fotoğrafçı doldurabilir ki…
Ben sensizliğin acısını, içimi yakmasına rağmen yudum yudum içen bir hayat yolcusuyum. Ölüm ise sana olan duygularımı istismar etmiş bir yaban çiçeği… Ve hasretim kapanmamış yarama tüm acılarıyla basılmış olan tuz…
Acın, bir damlacık şebnem misali düştü yüreğime. Fakat yüreğim onu bile kaldıramadı, dayanamadı hasretine ani ölümünün üzerinden kaç bahar geçti, bir mi bin mi, zaman durdu, akıl durdu, dünya durdu, geriye döndü zaman, başucunda otururken.
Biliyor musun anne bazen de en keyifle okuduğum kitap oluyorsun. Bilirsin bir kitabı okurken o dünyanın içine girer, kaybolurum ben. Nasıl büyük bir zevkle okuyorum senin romanını bir bilsen. Sonunu hep merak ederim kitapların. Bu kitabın etmiyorum. Hatta hiç son sayfaları okumayayım diye dua ederken, bir de bakıyorum son sayfaya gelmişim. İsyan duyguları kabarıyor içimde. Ne yazık ki haykıramıyorum dilimin ucunda yapışıp kalan sızımı.
Çünkü kitabın yazarı eşsiz bir yazar. Ve hepimizin hayatını o yazıyor. Ne söylesek, ne yapsak da biliyorum ki tüm kitapların sonu aynı.
Kitabın ince mi kalın mı olacağına karar vermek yetisi kahramanlarının değil. Yazara saygı duymanın gerekliliği içinde, boynumu eğip, kitabın bittiği gerçeğini kabullenmeye çalışıyorum.
Başkahraman öldü ama tutunduğu yürekteki yeri sapasağlam.
Ben sensizliğin acısını, içimi yakmasına rağmen yudum yudum içen bir hayat yolcusuyum. Ölüm ise sana olan duygularımı istismar etmiş adını hasret koyduğum bir yaban çiçeği… Ve hasretim kapanmamış yarama tüm acılarıyla basılmış olan tuz…
Anne sevgisi denen şey bu olsa gerek… Şu an dilimin susmasına rağmen, gözlerimden akan yaşlar kalbimi delecek şekilde ”anne” diye çığlık atıyor.
Ama hayat devam ediyor anam… Her kes büyümekte ben ise adım adım geliyorum sana…
Şimdilik hoşcakal, daha babama gideceğim oturmaya ve selamını taşıyacağım yüreğimde ona…
Şunu söyleyeyim giderayak anacağım, ben ki işim gereği kelimelerle dans ederim ama binlerce kelime içinde insan fark ediyor ki dildeki ve akıldaki en güzel kelime ‘anne’ymiş…
İşte bu duygular içinde boğulmadan önce derim ki dostlar;
Anne, gökler kadar derin… ve içinde göklerin yıldızları kadar duygu ve düşüncelerin kaynaşıp köpürdüğü, köpürüp lav ırmakları veya yeraltı çayları gibi şuraya-buraya aktığı sırlı bir his yumağıdır. Evet o, acı-tatlı kaderiyle uyumlu… sevinçlerle, kederlerle barışık… beklentileri olmayan, beklentilere takılıp yavrularına gönül koymayan.. Tabiatı İlahî ahlakla kristalize öyle bir vefa ve şefkat abidesidir ki; ne çektiği sıkıntıların ne de mahşerde terlemesi, engin denizlere denk gelip gırtlağına dayanması, ne de evlat vefasızlığının bir poyraz gibi esip ruhunu sarması sarıp ta ona gurbetlerin en acısını yaşatması, onu dize getiremez ve ona “pes” dedirtemez…
Evet, onlardaki samimiyetin hep böyle derin kalmasını, ihlasın kesintisiz devam etmesini ve de onların kalplerinin her zaman sevgiyle coşmasını, bakışlarının alaka ve güven vaadiyle içimize akmasını fena ve zeval vadilerinde yetiştikleri halde bu kadar ebedî ve maveraî hislerle dolup-taşmalarını anlatmak oldukça zor olsa gerek…
Bir düşünün; bizim için onlar, ne uzun hazırlıklar dönemi geçirmiş!.
Ne aşılmaz zorluklara toslamış ve neleri aşmış?. Ne çetin hadiselerle pençeleşmiş, ne kadar hayal ve melal ile oturup kalkmış?. Ne hülya ve rüyalarla dolup boşalmış, ne kadar yeis ve inkisarlarla burkulmuş?. Ne zorluk ve sıkıntıları göğüslemiş ve kaç türlü çileyle preslenmiş?.
Ne sancılar çekmiş ve ne kadar inlemiş? Kaç defa çığlık çığlığa ağlamış ve ne kadar ağlama dindirmiş?. Kaç defa merhametle coşmuş ve kaç defa merhamete ihtiyaç hissetmiş?.
Hasılı bizim için ne değerli şeyler harcamış ve ne emekler sarf etmiş..
Sarf etmiş ve sonra da herhangi bir beklentiye girmemişlerdir…
Evet bizi, varlığa ermenin hemen her safhasında kucaklayan, koklayan, öpüp öpüp okşayan, teessür ve infiallerimizi yatıştırıp sıkıntılarımızı paylaşan; yemeyip yediren, giymeyip giydiren, açlığını-tokluğunu, açlığımız-tokluğumuz içinde hissedip yaşayan, mutluluk ve saadetimiz adına insanüstü bir gayretle akla-hayale gelmedik zorluklara katlanan.. bize, vücudumuzun gelişmesi, irademizin kuvvetlenmesi, zekamızın incelip keskinleşmesi, ufkumuzun uhrevileşmesi yollarını gösteren..
Bütün bunları yaparken de açık-kapalı herhangi bir beklentiye girmeyen bir varlık varsa, işte o da anadır.
Paha biçilemeyen tek şey anne sevgisidir.
Allah, kıyamet sabahında tüm anaları Zatının ışıklarıyla aydınlatsın. Gelecekleri, cennetleri Cuma yamaçları gibi neşeli ve vuslatları da kutlu olsun
Kuşkusuz ki sevgilerin en hası, karşılıksız ve ölümsüz olanı annenin evladına duyduğu sevgidir.
Annelik sevgisinin tariflere sığmayacak kadar engin ve yüce bir içeriğe sahip olduğunu söylemekle yetineceğim.
Sabır, şefkat, koruyucu, bağışlayan, yüreğinde sınırsız sevgi taşıyan kim? deyince hiç düşünülmeden akla gelen, başta şehit anaları olmak üzere Türkiye Cumhuriyetinin banisi Mustafa Kemal Atatürk’ün anası, başımızın tacı Zübeyde anamızın, ahirete intikal eden annemin, kayınvalidemin tüm kaybettiğimiz annelerimizin, mekânları cennet olsun.
Başta sevgili eşim Seher Kurşun ’nun ve yaşayan tüm annelerin, akrabalarımın, hısımlarımın, arkadaşlarımın, dostlarımın, kardeşlerimin, ablalarımın, anne adaylarının ” Anneler Günü” kutlu olsun… Benden küçük olanların bile ana olduğu için ellerinden öperim… Sağlık, sıhhat, mutluluk ve huzurlu bir ömür dilerim, özellikle de evlat, eş acısı göstermesin Allah’ım onlara.
Allah, kıyamet sabahında tüm anaları Zatının ışıklarıyla aydınlatsın. Gelecekleri, cennetleri Cuma yamaçları gibi neşeli ve vuslatları da kutlu olsun…
Sevgi ve saygıların en hası siz anaların olsun…
#öskurşun#