Serçe, ıssız bir yer seçmemişti kendine. Ekmek kırıntılarından yararlanmak istediği için kapının önündeki çalı yığınına yuvasını yapmıştı. Çalı yığını da kara yemişin altında yağmuru kolayına almıyordu.
Çimene çıktığımızda cık cık sesine ilk gün bir anlam verememiştik. İkinci gün dikkatimizi çekti. Kardeşim peşinden gitti ve çalılığın üzerinde öttü ve yuvasına girdi. Kardeşim annemden ekmek ve patates kırıntılarını aldı ve yuvasının önüne döktü.
Bir gün sonra kapıda ötmeye başladı ve kardeşime seninki geldi. Yemin hazır mı? dedim. Anneme seslendi ve annem de yumurta kabuklarını ezdi sarısıyla karıştırdı ve serçenin önüne yaptığı tablaya koydu.
Serçe gülün dalında öttüğünde bizden yem bekliyordu. Yavrular yumurtadan çıktıktan sonra daha düzenli ve yumurtalı beslemeye devam etik. Akşamları da mısır unundan hamur yapıp yavruları ve anayı beslerdik.
Yavruları uçurmaya başladığında ana bizden kaçmıyordu. Yavrular uçup gitti.
Okulda hayat bilgisi dersinde, serçeyle muhabbetimizi konu ettik. Bizden kaçmadığını onu ellerimizle beslediğimizi anlattık. Sınıfta bazı arkadaşlar da hayvanlarla olan yakınlığını anlattı. Özellikle kargayı besleyen ve omuzunda gezdiren çocuk daha ilginç olaylara tanık olmuş.
Aradan bir yıl geçti. Gülde serçe çırpınıyordu. Kardeşime seninki gelmiş ve yuvasını bile yapmış dedim. Serçeyi her zamanki gibi besledik. Ona balık parçaları da verdik. Serçenin iki tane olduğunu fark ettik. Ana ve babalarıydı. Çalıların aralarına dikenleri sardı. Böylece kedinin yaklaşması mümkün değildi.
Yavrularının uçmaya başlamasıyla güle gelirler ve cık cık öterlerdi. Onlara “Gül bülbülü” adını takmıştık.
Yine bir bahar günü, serçelerin hayali beynimizden uçup gittiği bir günde, sabah gülde cık ve cık sesini duyduk. Kardeşime seninki bu sene geç kalmış, dedim.
Serçenin peşine çalılara gittik. Serçe çalıların üzerinde cık cık sesiyle hüzünlü nağmesini seslendiriyordu. Yuvasını düzeltmemişti. Yine de ekmek kırıntısı ve yumurta bıraktık.
Sabahtan akşam verdiklerimizi yememiş ve başını kanatları arasına almış, ötmeye bile çalışmıyordu. Yuvada yine düzenleme yoktu.
Serçe sağlıksız görülüyordu. Eşini de göremedik. Bir türlü ayrılamıyordu. Bir gün sonraki sabah gülde cık dedi. Kalktı ve dere vadisine doğru uçtu.
Gözden kaybolana kadar peşinden baktık.
Yuvayı yıkmadık ama bize gelip dostça cık cık sesini bir daha duymadık.
Hasan TANRIVERDİ