Baharın ilk gününde “Bülbül” gelmiş fakat “Gül” açmamıştı. Gül çiçeğini açmadığı için, bülbül tarafından beğenilmemişti. Beğenilmeme nedenidir ki, bülbül gülün dalına konmadı. Eriğin dalından manzarayı izlemek zorunda kaldı.
Erik seslendi bülbüle, “Açmamışsa konma güle,” diye mesaj verdi. Bülbül beklemeye başladı. Geceyi dahi erik dalında geçirmeyi düşündü.
Gül açmak mı istememişti. Yoksa dış etkilerin olumsuzluklarını mı yaşıyordu. Olumsuz ortam şartları gülü, bülbülün karşısında belli ki zora sokmuştu.
Günler biraz daha sıcak geçse, gül açar ve bülbül, dalında şakıyabilirdi.
Soğukların bahara sarkması, gül çiçeğinin geç kalmasına neden olmuş ve bülbül erik dalında kalmıştı. Erik de çiçeklenmesini tamamlamamıştı. Yoksa beyaz çiçekleri bülbül beğenmeye çalışacaktı.
“Bülbül ve gül” birlikteliği için, havanın normalleşmesiyle, bir araya gelmeleri gerçekleşmişti. Bu birlikteliği kalbimin en güzel duygularıyla destekliyordum. Gül açmış ve yeşillikler arasında bülbül, iki güzellik bir aradaydı.
Gül kışa iyi hazırlanmıştı. Dibinin çevresine doğal gübre konmuş ve kapatılmıştı. Ayrıca etrafı sarılmış rüzgâra karşı korunmuştu. Bahar geldiğinde ise açılmıştı.
Bu şartlarda kıştan çıkan gül zamanında yaprağını çiçeğini açacaktı. Gülün bakımına gösterilen özen hiçbir çiçeğe uygulanmıyordu. Bülbül gülün dalında boy gösterecekti. Ötüşüyle ve göz alıcı renkleriyle bülbül ile bağını kuracaktı.
Kırmızı, sarı, pembe ve beyaz güllerin yanında bülbülle söyleşi her şeye değerdi. Bu konuyu eserine almış sanatçılar çoktu. Peş peşe çıkarılan eserlerinde konuyu incelemişlerdi. Hatta şiirlere ve şarkılarda söylenmişti.
Bülbül yuvasını da gül dalına yapmış olması, güle bir kat daha değer kazandırmıştı. Gül korunurken, yuvada nasibini alıyordu. Böylece bülbülün yuvasının yeri hep gül dalı oluyordu.
Bülbülün içgüdüsel olarak aynı yere yuva yapması kaçınılmazdı. Gülün güvenliliği böyle bir içgüdü yaratmıştı.
Gülün büyümesi ve bülbülün daha rahat yuva yapması, iki güzelliği bir arada görmemizi sağlıyordu.