Yolda tek başına yürümeye çalışıyordu. Yalnızdı, yol boyunca kimsecikler görülmüyordu. İş günü herkes bağında bahçesinde diye kendini ikna etti. Evden acele çıkmıştı, fötr şapkasını da unutmuştu. Güneş gözlüklerini de unutmuştu.
Uzun boylu şişmandı. Saçları seyrelmişti. Yüzü sararmış, hasta olduğu açıkça belliydi. Hasta mısın neyin var? diye soranlara kızıyormuş, derlerdi. Yeleğinin cebinde gazete, ekmek filesi de koluna takılıydı.
Saçlarına bir yağmur damlası düştü. Korkuyla havaya baktı. Güneşi net göremedi. Kaldırım taşları yağmur damlalarından sıvanmıştı. Yağmur, eve ulaşma fırsatı verebilse, dedi. Damlacıklar kararlı fakat sakindi. Peşi gelecek gibiydi.
Kısık bir esinti yüzünü yaladı ve geçti.
“Durgun bir hava, bir süre daha devam eder, peşi gelmez,” dedi. Arkasına baktı, gelen yoktu. Yol bomboştu. Ayaklarını sürüterek götürüyordu. Sol ayağım diyordu. O kadar iğne ilaç iyileşeceği yerde geri gidiyor. Yolda kalacağım bu gidişle, dedi.
Sol ayağımı atamıyorum, demişti doktora. Doktor o kadar dil dökmüş fakat iyiye giden bir şey yoktu. İlaçları bıraktım bitki çayları, pişirip yemeler, yine de yürüyemiyorum. Deniz mahsullerini yiyorum. Hiçbir yararını da görmüyorum.
Sol ayak sürünürken, hava sertleşti. Esinti gülmedi yüzüme belki de tokat gibi çarpacak dedi.
Doktor, felç soldan geldi biraz problem çekeceksin, demişti.
Güneşin ayarını bulut kümesi bozmuştu. Yağmur ve fırtınaya dönüşürse, sırılsıklam olurum, kuru yerim kalmaz. Yağmur iyi fırsat verdi ama bir saattir, sol ayağımı kaldırıp sürüyemiyorum, dedi.
Güneş, göz etmen gerek, bulutlar bir saat daha izin versin. Bulutlara bakmaya korktu.
Sağ taraftaki evlerden şarkı sesleri yükseldi. Gençliğini hatırladı. Sahilde güneşli bir gündü, hanımını sahilde tanımıştı. Ne zaman sahile gitse onu görüyordu. Meğer evleri sahildeymiş. Nağme onu sakinleştirdi. Yağmur yağsa da hoş dedi. Yeleğinin cebindeki gazeteyi yokladı ve ıslanmasın iki gün okuyacağım dedi. Güneşi görür gibi oldu sevindi. Eski günler, yağmurda köprünün ayağından ayrılmamış saatlerce beklemişti sevdiğini.
Yeleğinin cebindeki kayın biraderinin mektubu aklına geldi. Mektubu da yokladı ve duruyordu. Biraz yol almıştı. Bulutlar öne çıkmış, güneşi perdelenmişti. Bir saati ve bulutların verdiği izin doldu, dedi. Sol ayağım, doktor iyileşme olmuyor, maalesef dedi.
Ekmek poşeti ağırlaştı. Yoruldu ve susadı. Şans, yoldan bir kişi de geçmez mi? Yaz günü böyle olursa kışın burada durulmaz. Ayaklarım kötüye gidiyor, başka bir doktora da mı görünsem. Güneşim sönüyor, bu gidişle ayım da gölgede kalacak dedi.
Yıldızlara mı muhtaç olacağım. Sevmedim güneşin bu kadar uzun süre geri durmasını. Bulutlara bu kadar yüz vermeyecekti. Bulut yağmur ve fırtınaydı. Gazeteyi yeleğime sararım, ıslatmam. Uyuşmuşum yürüyemiyorum. Evde oturmayacağım ve yürüyeceğim, dedi.
Bastonunu güneşin tarafına çevirdi ve yeter artık çıkmalısın, dedi. Bu arada yağmur yeni bir işaret daha verdi. İyi niyetli değildi. Ayaklarımı sürüyemedim, bir Allah’ın kulu da geçmedi ki, eve haber versin.
Yağmur birden bastırdı. Bahçelerden kaçın yağmur, seslerini duydu. Yürüyemedi ve kaldırım taşlarına oturdu. Gazeteyi ıslatmamaya çalıştı.
Suya batmış gibi oldu, boğulacağını sandı.
Yağmur kesildi ve güneş gülerek bir şey olmamış gibi çıktı ve yolda tek başına yürümeye çalışan ve ayağını sürüyen adama göz kırptı.
Hasan TANRIVERDİ