Emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma
mavi gözlerimde korkuyu görmek
boşuna bakacaklar
Nâzım’a!
Nâzım HİKMET
Köy Enstitülü gazeteci ve yazar bir dostum var; Edirne’nin Keşan ilçesinde.
1969’da bu ilçeye öğretmen olarak atandığımda tanışmıştım. ÖNDER adlı günlük bir gazete çıkarıyor ve FAK adlı köşesinde güzel fıkralar yazıyordu.
Bu yerel gazetede Mahmut Makal, Mehmet Başaran ve Kemal Üstün gibi ünlülerin yazıları da yayımlanırdı ara sıra.
Kemal Üstün, dostumuzun Kepirtepe Köy Enstitü’sünden öğretmeni… Mehmet Başaran, aynı Enstitü’den arkadaşı…
“Ya Mahmut Makal?” diyeceksiniz. O da ülküdaşı…
Üç yıl görev yaptığım Keşan’da, çok seyrek de olsa, benim yazılarıma da hayır demedi hiç.
İstanbul’a atanınca, ne ben unuttum Feyzullah Aktan’ı, ne de O beni… Dahası, gazetesini gönderdi; hiç aksatmadan.
Düşündüm ki, 1990’ların başında; “20 yıldır okuduğum bu gazeteye çok borcum birikti benim. Nasıl ödeyebilirim bunu?”
İçimden güçlü bir ses:
“Yazarak! Yazarak!..” demesin mi?
Dostum Aktan da “evet” deyince, başladık; her hafta bir yazı göndermeye.
Yaklaşık 30 yıl, her hafta bir yazım yayımlandı ÖNDER’de. Bu yazılardan sonra, 1970’li yıllardan beri tanıştığım yazar Mehmet Başaran’la da dostluğumuz pekişti; Kemal Üstün’le de…
Dahası, Mahmut Makal’la başlayan dostluğumu da ÖNDER’e ve bu gazetenin eğitimci yazarlarından “Basının Sürekli Yazanı, Eğitimci Yazar, Şair” Muhsin Durucan’ a borçluyum.
Ayrıca Ertuğrul Taylan, Salim Savcı, Hilmi Dinçer, Ahmet Ak, Mehmet Uslu, Necdet Tezcan, Ali Özer, Ersoy Öngün, Cengiz Arcan gibi çok değerli şair ve yazarları da bu gazete sayesinde tanıdım.
ÖNDER, 58 yıllık ömrünü bu yılbaşında tamamladı. Ekonomik zorluklardan dolayı kapandı.
Ne yani, “Öküz öldü, ortaklık bozuldu.” deyip bir daha aramasa mıydım, Feyzullah Aktan’ı?
Ayıp, ayıp!.. Yakışır mıydı bu bana?
Yakışır mıydı, tüm zorluklara katlanarak yerel bir gazeteyi 58 yıl yaşatmış değerli bir yazara karşı, böyle bir vefasızlık?
Daha önce, ayda yılda bir arasam olurdu da…
Ya şimdi? Hele hele şimdi?..
Bin bir zorlukla kurup yarım yüzyıldan fazla yaşattığınız gazetenizi ölüme mahkûm etmenin kolay verilen bir karar olduğunu mu sanırsınız siz?
Dostumuz günlerce, aylarca düşündü; vermeden önce bu kararı. Doluya koydu almadı, boşa koydu dolmadı. Sonunda, içi kan ağlayarak imzaladı fermanı!
Bursa’da yaşayan hukukçu yazar dostum Ali Rıza Cemeroğlu’nun, “Kürsüden Notlar” ve “Gereksiz Adam” adlı kitapları ile öğretmen yazarlarımızdan Şehriban Tuğrul’un “Bir Öğretmen Yetişiyor” adlı anı-romanını postaladım; iki ay kadar önce. İki gün sonra aradı dostum:
“Kargocu bir paket getirdi, biraz önce. İçinden üç kitap çıktı; adıma imzaladığın. Okuyacağım en kısa zamanda.” deyip teşekkür üstüne teşekkür etti.
Ne geldi aklıma o anda, bilir misiniz?
Toplumbilimci dostum yazar Akdeniz Üniversitesi ProfesörüOsman Nuri Yıldırım anlatmıştı:
“Harman Zamanı” adlı anı-romanını yazınca, birçoğu meslektaşı olan çok yakın dostlarına imzalayarak postalar hemen. Günler, haftalar, aylar geçer; ses seda çıkmaz kimseden.
“Acaba ulaşmadı mı gönderilerim?” diye merak edip birkaçını arar telefonla. Karşı taraftan kitapla ilgili bir söz duyamayınca, sormak zorunda kalır utanarak.
“Ay, kusura bakma, geldi; geldi de telefon etmeyi unuttum ben.” gibisinden bir şeyle geveler hepsi de.
O anda onlara söyleyemediğini bana söylemişti; Osman Bey:
“Be adam! Diyelim ki unuttun. Diyelim ki çok meşguldün, telefon etme fırsatı bulamadın. Eyvallah! Ben aramışım seni, sormadan söylesene! Ben onca emek harcayıp yazmışım; 400 – 500 sayfa. Yetmemiş, kendi paramla bastırmışım. Ayrıca gönderi parasını da ödeyip ayağına kadar ulaştırmışım. İnsan, nezaketen de olsa, açıp telefonu teşekkür etmez mi?”
Diye verip veriştirmişti. Sonra da:
“Halkı bırak; üniversite öğretim üyeleri, doktorlar, doçentler, profesörler de okumuyor Hüseyin Bey! Ben bunlara nasıl aydın diyeyim? Kaç para eder, ceplerindeki diplomalar? Kaç para eder, isimlerinin önündeki unvanlar?” diye yanıp yakılmıştı.
Haksız mıydı?
Doçent ve profesör değildi; 93 yaşındaki dostum gazeteci yazar Feyzullah Aktan ama bir Köy Enstitülüydü O! Kitap kutsaldı; O’nun için. Kendisine kitap armağan eden birine, teşekkür etmemek gibi bir kabalık yapamazdı.
Dahası, evet dahası da var: Üç gün sonra bana da bir paket geldi Keşan’dan. İki kitap çıktı içinden: Biri, “Ela Gözlü Pars Celile”nin yazarı Osman Balcıgil’den Yeşil Mürekkep” adlı baştan sona Sabahattin Ali’yi anlatan bir roman… İkincisi de Sabahattin Ali’nin ünlü eseri “Kürk Mantolu Madonna”…
“Yeşil Mürekkep” diye bir roman olduğunu duymamış mıydınız?
Olabilir. Bendeki 2016’da basılmış. Ön kapağında “Bir ‘Sabahattin Ali’ Romanı: Yeşil Mürekkep” diye yazıyor. Ayrıca, “İlk Baskısı 50.000 Adet” notu da var.(1)
Yılmaz Özdil’in geçen yıl yayımlanan “Mustafa Kemal” kitabını saymazsak, ilk baskısı 50 bin adet olan pek az eser vardır.
“Hem, ‘Bu romanın yazarı Osman Balcıgil’, hem de “kapağında ‘Bir Sabahattin Ali Romanı’ yazıyor; diyorsunuz. Çelişki değil mi bu? Yani, Sabahattin Ali mi yazmış bu romanı, Osman Balcıgil mi?” diye sormakta yerden göğe haklısınız.
Açıklayayım:
Yeşil Mürekkep, gerçekten de Osman Balcıgil’in yazdığı bir roman… 404 sayfalı bu kitap, baştan sona Sabahattin Ali’yi anlattığı için, “Bir Sabahattin Ali Romanı” denmiş.
Biliyorsunuz; devlet olarak büyük haksızlık yaptığımız yazarlarımızdan biri de Sabahattin Ali’dir. Hapislerde çürüttüğümüz yetmemiş gibi, kellesini de koparıvermişiz sonunda. O’nu da kimvurduya getirivermişiz yani!
Yalnızca Sabahattin Âli’ye mi yapmışız, bu haksızlığı?
Gerçeği yazıp söyleyen her şaire, her yazara, dahası her aydınımıza yapmamış mıyız; benzer işkenceleri, benzer haksızlıkları?
Nâzım Hikmet, çok sevdiği memleket özlemiyle yanıp tutuşarak ölmedi mi, yaban ellerde? Vasiyeti olduğu halde, Anadolu’da, çınar altında iki metrelik bir çukuru bile çok görmedik mi O’na?
İçim sızlar; ne zaman okusam, şu şiirini:
YİNE MEMLEKETİM
ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR
Memleketim, memleketim, memleketim;
ne kasketim kaldı senin ora işi,
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
ve alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim!.. (2)
(Prag, 8 Nisan 1958)
Hüseyin Erka
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr
——————————————————————————-
(1) Yeşil Mürekkep: Osman Balcıgil, Destek Yayınları, Kasım 2016 Nişantaşı/İstanbul
(2) Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni:Nâzım Hikmet (Genco Erkal’ın sesinden Nâzım Hikmet Şiirleri CD’siyle birlikte) Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2013