“Ezeli can sana aç kalma diyor
Ulu orta yere nefse salma diyor
Elinle oruç tut, dur çalma diyor
Oruç elle belle dille tutulur.”
Muharrem’in on ’uncu günü İslam’dan önceki inanışlarda da kutsaldı. Hz. Musa kendi toplumunu, firavunun şerrinden on muharrem günü kurtardı. Yine on Muharrem’de Tanrı Hz. Âdem’in tövbesini kabul etti. İdris peygamber, bugün semaya vardı. Yakup Peygamber, kuyuya atılan oğlu Yusuf’a bugün kavuştu. Nuh peygamberin gemisi bugün Cudi dağında karaya oturdu. Gemide bulunanlar tufandan kurtuldukları için Yaradan’a şükran borcu olarak gemide arta kalan çeşitli hububatı birbirine katıp çorba pişirdiler, adına da aşure dediler. Ve her yıl on Muharrem’de aşure pişirerek bunu gelenekselleştirdiler. Burada önemli olan aslında şudur. Aşureye konan on iki çeşit malzeme canlıdır e her birinin farklı tadı vardır. Bütün bu tatlar kazanda kaynayıp farklı ve muhteşem bir tat meydana getiriyorlar. O zaman, biz farklı kültürler, farklı inançlar, farklı renkler vb. bir araya geldiğimizde neden, ayrışıyor veya ayrıştırılıyoruz. Anlayana aşk olsun.
Hz. Hasan ile Muaviye arasındaki anlaşma gereği, hilafet yeniden Hz. Ali soyuna döneceği yerde, Muaviye Hz. Hasan’ı öldürtmüş ve yerini oğlu Yezide bırakmıştır. Yezit hilafet tahtına oturunca, Hz. Hüseyin’den hilafetini kabul etmesini ve biat etmesini talep etmiştir. Bunu reddeden Hz. Hüseyin Medine’den Mekke’ye göç etmek durumuyla karşı karşıya gelir. Hz. Hüseyin daha yola çıkarken ölümü göze almıştır. Hilafet iddiasıyla yapılacak bir ayaklanmanın tohumlarını atmak ya da örgütleyici ligini üstlenmek gibi bir rol oynamamıştır.
Mekke’den yola çıkan Hz. Hüseyin daha Küfe ’ye varmadan, (Küfe yolunda, bir görme özürlü ile karşılaşır ve Hüseyin’e şunu der; Küfe halkına güvenme bunları dili Ali söyler, gözleri Muaviye bakar) Yezit Küfe’lilerin üzerine Basra Valisi Ubeydullah’ı göndererek Hz. Hüseyin’e katılmaktan caydırmıştır. Hz. Hüseyin Fırat ırmağının batısındaki Kerbela’ya vardığında Valinin gönderdiği orduyla karşılaşmıştır. Çünkü önüne konan seçenek, ya biat etmek ya da savaşmaktır. Hüseyin ikinci yolu seçer ve çarpışma sonunda, yanındakilerle birlikte şehit düşer.
Hüseyin’i ve Kerbela’yı bir simge olarak hala bağlı tutan bağ dokularından biri de; tarihsel çerçevesi ne olursa olsun, zalim ile mazlumun, hakikat ile gerçeğin, azınlık ile çoğunluğun, egemen ile ezilenin eşit olmayan koşullarda karşılaşmasına duyulan tepkidir.
Sonuç olarak, Hüseyin Kerbela çölünde tanrısal vasıflara sahip, onları kullanan, mucizeler yaratan bir kahraman olarak değil, aksine bütün bunların dışında insan olarak kalmayı seçen bir Hüseyin’dir. Görüldüğü gibi Anadolu Aleviliğinin savunduğu ve bağlı olduğu Hüseyin, hakikat düzeyinde yer alan mutlak değerler adına ölümü göze alan “ padişah olmaktansa” ölümü seçen bir kişiliktir.
Kerbela`da; mazlumla zalimin, ham ile olgunun, Hak ve Hakikat yana olan ile zevkten yana olanın karşılaşmasına o günde tanık olduk; bugünde daha beterine tanık oluyoruz.
Bize düşen görev, bugünü ağlama günü olmaktan çıkarıp, yeniden yorumlayarak o onurlu direnişi anlamaktır. “o” onurlu başın yaktığı çerağın ışığını hep canlı tutmaktır. Bilinmelidir ki, Dünya üzerinde hiçbir toplum, mazlumlar için oruç tutmaz. Bu öğreti yalnız Alevi toplumunda mevcuttur.
Çok dostlar var orada ışıkları hak eden; Pir Sultan Abdal, Deniz Gezmiş ser verip sır vermeyen İbrahim Kaypakkaya, Sivas’ta yana yana semah dönen ve yanına gelen 35 Can’a ve tıpkı senin gibi emperyalizme boyun eğmeyen mazlumların Komutanı Kemal Atatürk’e selam söyle.
Çokluk içinde birliğin güzel bir örneği olarak, dağıtılan tüm Aşurelerin insanlığın birliğine ve Barış’a vesile olması temennisi ile Hak ve Halk katında kabulünü diliyoruz.