Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra romanı, şu Latince deyimle başlar;
“Omnes vulnerant ultima necat.”
“Hepsi yaralar, sonuncusu öldürür.”
Hayat, devam ettiği sürece tüm yaralayan şeylere direnir, en sonuncusuyla ölürüz.
Yaşamak, yaralanmak, yararalanmak, yaralarla mücadele etmek değil midir biraz da zaten?
Yaşamak değer bilmezlere karşı bir şeylerin ispatı değil midir?
Öykü bu ya; Hindistan’da çok ünlü bir ressam varmış.
Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş ve ona “Renklerin Ustası” anlamına gelen Ranga Guru derlermiş.
Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış.
Son resmini yaparak Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.
Ranga Guru ise,
“Sen artık ressam sayılırsın Raciçi, artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yere koymasını istemiş.
Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış.
Birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor.
Çok üzülmüş.
Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki!
Resmi alıp Ranga Guru’ya götürmüş ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş.
Raciçi resmi yeniden yapmış ve yine ustasına götürmüş.
Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte ve yanına, insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazıyı da bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış.
Birkaç gün sonra meydana gittiğinde resmine hiç dokunulmadığını görmüş.
Fırçalar da boyalar da hiç kullanılmamış.
Çok sevinmiş.
Koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.
Ranga Guru ise,
“Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün.
Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.
Oysa ikinci konumda, onlardan hatalarını düzeltmelerini, yapıcı olmalarını istedin.
Yapıcı olmak EĞİTİM gerektirir.
Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.
Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın.
Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın.
Onlara göre senin emeğinin hiçbir değeri yoktur.
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma..
Öyküyü okuduktan sonra kendime döndüm ve baktım ki ;
Mirim; insanlar sen ne yaparsan yap asla değer bilmeyecekler.
Millet olarak ana dilimiz gibi iki yabancı dil biliyoruz.
“İlgisizce” ve “Anlamazca.”
Değerlendirmemin sonucu ;
Başkalarının hayatı için kendi hayatımın önce hırsızı, sonra katili olmuşum.
Başkaları mutlu olsun diye , hayallerimi çalmışım.
Gülüşlerimi çalmışım başkaları daha çok mutlu olsun diye !
Kendi zamanımdan çalmışım ,başkaları yalnız kalmasın diye !
Bütün umutlarımı dağıtmışım ,umutsuz yaşamasınlar diye .
Etrafımdaki mutlu olanları gördükçe mutlu oluyordum.!
Kendime ait hiçbir şey bırakmamışım .
Gülüşlerim, hayallerim ,umutlarım zamanım hepsi bitmiş!
Ruhsuz, duygusuz biri olup öylece kalmışım.
Önce kendimin hırsızı oldum, sonra da katili…
Ruhumu öldürmüşüm , çok sonra anladım.
O zaman Mirim; kendi içine yolculuk yapmanın ve yeni kararlar almanın tam zamanıdır.
Kendisiyle çelişen gelişemez.
Kendisiyle barışmayan zorluklarla savaşamaz.
Hep başkaları için öldün.
O zaman kendin için yaşamak zamanıdır.
Vesselâm.