YAĞDA ÖLMEK
Kadın, ocağın kenarında pişen yemeği karıştırdığı kaşığı içine koyduğu kabın çukur yerinde oluşan yağ birikintisinde düşüp ölen küçük pervane kelebeğin ölüsünü görünce düşündü bütün bunları. Vay be! Bir elin yağda bir elin balda da olsa zamanı gelince paşa paşa öleceksin demek ki diye düşündü.. Oysa küçük kelebeğin bir eli değil, iki duyargası, iki kanadı, tüm bedeni yağda idi. Üstelik de çırpınmıştı yağdan kurtulmak için. Onu uçuran kelebek tozları sıvanmıştı tabağa, direnmişti anlaşılan ölüme, bir umut kurtulurum diye. Kadın bunları düşünerek aldı yağlı kaşık koyduğu tabağı evyenin içinde yıkadı, bir güzel, kuruladı, yerine koydu.
Akşam yemeği için mantar pişirmesi gerekiyordu, bol yeşilbiber doğrar öyle kavururdu mantarları bol tereyağında, güzel oluyordu böyle pişirince pilav üstüne. E ne yapsındı eşi ve oğlu için şimdiden hazırlamalıydı akşam yemeğini. Yemeksiz evde huzur olmazdı bilirdi. Hele de dışarı çıkacaksa, gezmeye gidecekse o gün daha sabahtan yapıverirdi yemeklerini. Geçen yıllar, öğretmişti evliliğin bu altın kuralını ona. Bu gün de çıkacağı için kahvaltıdan önce hemen başlamıştı yemek yapmaya.
Yıkayıp doğrayıp tenceredeki tereyağının içine koyduğu mantarları özenle karıştırırken kadın, düşünmeden edemedi yağda ölen kelebekçiği yine. Allah Allah sabah sabah bu kadar da önemli miydi kelebeğin yağda ölmesi. Önemli önemli, bolluk içinde yaşayıp, şanlı ünlü olup yine de ölenleri düşündü zamansız zamansız. Mesela Uzay Hep arı ünlüydü, söz yazıyordu şarkılara, Sezen Aksu’nun sevgilisiydi ama yetmedi, ölüverdi zamansız, gencecikken bir motosiklet kazasında. Sabancıların birini bir terörist öldürüvermişti zalimce, hem de iş yerlerinde koskoca holding binasının içinde, pahalı ve en son teknolojiyle donatılmış güvenlik sistemlerine rağmen. Geçenlerde ölen İngiliz şarkıcıyı düşündü, Amy Winehause gencecik o da yağda değil de yüksek dozda uyuşturucunun içinde ölmüştü amansızca. Oysa Allah vergisi güçlü bir sesi, milyonlarca genç hayranını saatlerce dans ettirecek bir yeteneği vardı. İsteseydi bir çekimlik uyuşturucuya verdiği parayla Afrika’da ya da moda deyimle Somali’deki birçok aç çocuğu doyurabilirdi. İngiltere Sarayının güzel ve ünlü gelini Prenses Diana da ölüvermemiş miydi tuzaklı bir kazada?
Komşu İzzet Teyze de herkesten habersiz ölüvermemiş miydi giriş katındaki yoksul evinde? Yatağına uzanmış bir gece sabahına kalkamamış ertesi günlerde de. Konu komşunu üç dört gün sonra haberi olmuştu garibin öldüğünden. Ama ölümü duyulur duyulmaz yıllardır hiç ortada görünmeyen oğlu ve kızları gelivermişler, eşyalarını atıp evini de satıvermişlerdi. Analarına sahip çıkmayan bu hayırsızlar, kadının evine sahip çıkıvermişlerdi hemencecik.
Gencecik bir komiser ile öğretmen eşi de hain bir terör saldırısı ile öldürülmüştü daha dün hem de sivil halı sahada futbol oynarken acımasızca. Ne kadar çok çeşit ölüm vardı, havada, karada, denizde, savaşlarda, tarlada, bahçede, sokak ortasında ayrıldığı eşi tarafından zalimce.
-Sen yine şanslısın, dedi kadın küçük ölü kelebeğin lavaboda kalan küçük nâşını görünce, tabağı yıkarken gitmemiş, dedi kelebeğin ölüsü. Kadın onu bir peçeteyle aldı:
-İlgi istiyorsun anlaşılan, dedi, özenle sardı peçeteye ve yandaki bahçeye gülfidanlarının altına doğru attı. İnşallah dedi içinden ben de memleketimde Sungurlu’da ölürüm bir yaz tatilindeyken ve bir parkta oynayan çocukları seyrederken, memleketimde, parkta, yaz tatilinde, kimseye yük olmaz ölümüm, anacığımın dediği ve muradına erdiği gibi ‘havaların hoşluğunda, insanların boşluğunda, üç ayların nurlu sarhoşluğunda…
Oturma odasından kadının kız kardeşi seslendi:
-Abla abla hadi çayın soğudu, yapılacak da bir sürü işi vardı. Evini ve eşyalarını oturması için ona devreden, hediye eden saygıdeğer Ateşe ve eşine gidecekti teşekküre, dün aldığı beş penye bluzdan bol olanı değiştirecekti daha:
-Abartmışım biraz dört de olabilirdi, diye konuştu iç sesi. Abartmıştı tabi her kadın gibi dürüst olmak gerekirse kadınlar seviyordu şu alışveriş işini. İzinleri bitiyordu Yurtdışındaki görevlerine gidecekleri için vedalaşmaya gelmek isteyen mi arasın, geleyim sevdiğin yemeği yapayım diyeni mi arasın. Daha üye olduğu ilim edebiyat derneğinin aidatlarını yatırmak için bankaya gitse, yurtdışına üniversite eğitimine giden, şu saate kadar uyuyan haylaz oğluna harçlık mı ayarlasa, günde iki paket sigarayı içip içip bana mısın demeyen eşine mi laf anlatsa neler neler neler…Yaşam işte, ölmedikçe işte bitmez öykü de.
Olsun kelebekçik de yağda ölmüştü hiç değilse, huysuz birinin şap diye vurduğu bir sineklik ya da dörde katlanmış gazete ile değil. O da belki parkta ölürdü, yazın, memlekette… Daha yaşanacak öyle çok şey vardı ki kardeşine seslendi:
-Geldim, geldim ben çayı ılık içerim, bilirsin gülüm.
Şükran Yargı 8.9.2011 ANKARA
Seni ve yaşadığın yerleri tanıyor olmak bir başka motive etti beni canım Şükran. Evet, her gelişin bir gidişi mutlaka var. Bilinmeyen tek şey nasıl, nerede, kaç yaşında ya da hangi biçimde götürüleceğimiz.. . Yaradan her birimize hayırlı gidişler nasip eyler inşallah Şükran’ım.