– Bu gün “yağmur yağdıracağım” der gibi de bir hava vardı. Bir “gibi”si varsa öbür gibisi de vardır.
Öbür gibisi; çamur yağdıracağım “gibi”ydi. Park etmiş arabaların kaportaları hep bir çamur..olmasa da lekeli lekeliydiler.
Halil’i bu gün sarı fışılak bir sviç şört giymiş olarak gelir gördüm. Biraz göbeklenmiş olduğundan ötürü limona da benziyordu.
Yürüyen bir limon.
Sen, başkalarına da görünüyor musun, Halil? diye sordum. Senin de şu an gördüğün üzere, hava bir garip. Hem öyle hem böyle gibi.
Bi’böyle bi’şöyle gibi. Bunun gibi, yani; seni başka Halil olarak görenler var mı, Halil? diye sordum.
Ben bir Halilülasyonum. Kimine Mahmudisasyon kimine de Velilülisayon olarak görünürüm. Dedi, Halil.
Anladım ki, paralel evrenler varsa paralel Haliller de vardı.
Teknik bir sahada olduğum için kendi alanımdaki teknik terimleri de espri malzemesi olarak kullanma voltajım oluyordu.
Seri katiller varsa lan niye paralel katiller de olmasın? diye sormuştum dolaya beriye. Hani dirençlerin veya kondansatörlerin veya
bobinlerin seri bağlanması olduğu gibi paralel bağlanması da vardı. Karışık da bağlanıyordu bu devre elemanları.
Karışık bağlanma, kafası karışık gibi-mantıksız bir bağlanma değildi. Devre elemanlarını karışık bağlama, sonuçta net bir sonuç için
yapılan şeydi.
Şüphesiz ki, teknik bir sahadaki terimleri, fonksiyonları, şemaları iyi anlamanın yolu, en temel elemanların çalışmasını anlamaktan geçer.
Ve bir de bir şeyden daha geçer; benzetim yapmak.
Direnç, bir boruya benzer. Bobin, gerçekten de bobine benzer fakat amortisman gibi. Bir kondansatör boş bir kaba benzer; hareketli bir huni gibi.
Benzeşleri bularak yeniden anlamak, daha büyük devre şemalarını-sistemlerini daha iyi anlamaya yarar.
Kısacası; direnci bir boruya benzetmek, hep bir boru görmek;
Bobini, bir otomobil tekerine bağlı amortisman gibi görmek;
Bir kondansatörü huni gibi görmek…
Bu Halil denen kişi, yani Halilülasyon olayındaki değişik kişi, benim başka bir şekilde görme meylimden mi geliyor
diye sorarken kendime, göbeğini limona benzettiğim Halil görünmüştü ve konuya giriş paragrafındaki metin belirmişti kafamda.
O, kafanda beliren metin değil, benim! demişti Halil.
Biraz mesafeli durmamın sebebi var Halil’e. Çok mantıklı şeyler konuşuyor. Ya çok daha mantıklı konuşursa. Ve gerçek.
Ve ben Halil’in gerçekten var olduğunu kimseye ispatlayamazsam! İspatlayamayacağımı düşünürsem!
İspat… Neden, olduğunu veya olmadığını ispatlamaya çalışayım ki. Ne de olsa kimine Halil-ülasyon kimine Mahmudizasyon kimine Celilülasyon
olarak göründüğünü o söylemişti.
Kuruntularımı bir kenara bıraktım. Zaten bu gün fazla da konuşmadı. Sanki anlıyor… Apaçık görüyor gibi olduğunu da görür gibi oluyorum.
Gerçek olmadığı anlaşılmasın diye susuyor.
…
Akşam oldu. Ufak tefek alış veriş için bir markete girdim. BİM. İki hafta önce, yine aynı marketin giriş bölümündeki ıvır zıvır reyonlarında
beni şoke eden bir ürün görmüştüm… GO Oyunu. 32×32’lik.
Çok çok evvelinde bu oyunu zaten öğrenmiştim. İnternetten sipariş de vermiştim. Kutusu içerisinde kitabı da gelmişti.
Öğrencilerime de vermiştim; dünyaya bakışları biraz daha genişlesin diye.
Gerçekten de bir oyun türü daha öğrenmek paralel evrene geçmek gibi. Farklı bir bakış, farklı bir evren demekti.