Günbatımının kızıllığı ufuktan göz kırpıyordu. Hafif esen rüzgâr, yağmur yüklü bulutları Karadeniz’ in ötesine sürüklerken o da kırgın yüreğiyle sahil yolunun kaldırımında yürüyordu. Başını kaldırıp süzülerek geçen gri buluta baktı. Gözleri hâlâ parıltılıydı ama o parıltının arka fonunda bir kederin gizlendiği belli oluyordu. Güneşin son ışıkları denize ve gökyüzüne yayılırken, o efkâr yüklü yüreğine bir teselli arıyordu. Güzdü hava soğuktu, arada bir toz halinde hafif hafif yağmur çiseliyordu.
Boşlukta kaybolan bakışlarını kumsala doğru çevirdi. Lacivert denizde ki balıkçı tekneleri tablolar da ki manzarayı canlandırıyordu. Elini uzatsa dokunacak gibiydi. Gördükleri karşısında sıcacık bir gülüş ilişti dudaklarına, içine tatlı bir ferahlık yayıldı. Alçaktan uçan martılar ise ağ çeken teknelerden gelecek nasiplerinin telaşındaydılar. Büyülü manzara kıyıda ki şehri mest ediyordu. Efsunlanmış gibi oraya doğru yöneldi.
Buruk kalbiyle kumsalda kımıldamadan bir müddet öylece durdu. Sonra etrafa göz gezdirdi, gündüz vakti cıvıl cıvıl olan kumsal sanki onun için boşaltılmıştı. Bir birine karışan ayak izleri, ıslak kumlarda mühür gibi duruyordu, oysa yazın kuruyan kumlar hiç bir izi saklamazdı. Az ötede ki Deniz kafe kapanmış, önündeki boş salıncak rüzgârın esintisine boyun eğerek hafif hafif sallanıyordu. Oldu olası severdi salıncakları. Soğukluğuna aldırmadan oturarak ağır ağır sallanmaya başladı. Bakışlarını ufka demir atmış gibi bir noktaya dikti. Salıncak ileri geri sallandıkça, o iyice hüzünlü, derin düşüncelere kapılıyordu. Zihninden “Ne güzel demişler ‘Yazık ki seni çok yüceltmişim, seni yücelttikçe kendim küçülmüşüm.’” diye geçiriyordu. Yine de kalbinin en derin yerinde kendisini hür hissediyordu. “Bir göğüs olsa, başımı yaslayıp masalımı anlatsam. Ama yok.” diye iç geçirerek masum bir hırsız gibi yavaşça yerinden kalkıp, dalgalara doğru yürüdü. Büklüm büklüm olan dalgalar kıyıya vurarak ayakucuna dokunmadan sakince geri çekiliyordu.
Dalgın halinden uyanınca bir an sendeledi, nerede olduğunu bilemedi. İçinin acıdığını, canının yandığını fark etti. Oysa bu manzara ona aşk şiirlerini hatırlatır, romantik duygulara kapılır, gönlünde saklayacağı nice dörtlükler yazdırdı. Bu akşam öylesine soğuk, öylesine ilgisiz, öylesine içler acısı bir sessizlik çöküyordu ki taşa toprağa, aklına ne duygu yüklü bir şiir cümlesi, ne de hoş bir kelime geliyordu. Biraz ileride denize dökülen derenin sesi bile ağlamaklıydı. Mutluluğu özlediğini fark etti. “Hayatım benim elimdeyken neden istediğim gibi yaşayamıyorum?” dedi. Ve güneşin terk ettiği yerden ay yükselmişti.
Başını kaldırdı pırıl pırıl gözlerle aya baktı. Hüzünlü ve kırgın yüreği ferahladı, yeniden umutla doldu. Rüzgârın savurduğu kömür karası saçları omuzlarında dalgalanıyordu. Dikeldi iyice, kadın olmanın iftiharını, gururunu taşıyordu duruşunda. “Bu kadar kırgınlık inançlarıma yakışmıyor, toparlanmalıyım. Ne kadar üzülsem de, insan ahlakının önemli taraflarından biri de bahşedilen hayatın kıymetini bilmektir. Her şeye rağmen onu hak ettiği gibi yaşamaktır. Üstelik tekrarı da yok.” diye içinden geçirdi.
Hava iyice kararmış, deniz siyaha boyanmıştı. Başını yavaşça çevirip etrafa baktı, uzakta ki balıkçı teknelerinin ışıkları, şehrin ışıklarıyla oynaşıyordu. Yoldan geçen arabaların sesini dinledi, dalgaların sesine ulaşamıyordu. Kenarda duran eski kocaman ceviz ağacı da kararmış, rüzgârla sallanıp duruyordu. Bir an içi ürperince “Her şey gündüz gözüyle görüldüğü gibi yerli yerinde. Dalga kıran kayalar, burundaki deniz feneri, uzakta görünen balıkçı barınağı, yol kenarında ki dikenli çalılar, kumsalın ipek gibi yumuşacık kumları ve deniz. Siyah olan gecenin rengi. Üstelik ben siyahı severim, ürpermemeliyim. Mesela bana en çok siyah elbisem yakışıyor. Gömleğimde öyle. Bir de siyah saçlarım. Ne güzel. İnsanın içinin karası başka, siyah başka. Üstelik gece siyah olmasa gökyüzünden billur avize gibi sarkan yıldızlar nasıl bu kadar güzel gözükebilirler ki? O karanlığı ve siyahı sevmez. Oysa düşüncelerinin çoğu içinin karasında gizli. Yoksa beni niye bu kadar üzsün ki? Ya gelip beni almazsa… Ama yapmaz bunu.” diye kendisini tabiatın koynunda güçlü kıldı. İçinde kıpırdaşan korkuya yenik düşmedi.
Ayakkabılarını çıkararak birkaç adımla serin dalgalarla buluştu. İçi titredi bir an. Dudağının kenarından süzülen tebessümle gecenin yakamozunu izlerken “En büyük zenginlik sevgi değil mi? İnsan da, Tanrı da, var olan her şey de onunla seviliyor, onunla anlam kazanmıyor mu? Mesela yakamoz ben sevdiğim için ne kadar güzel, ne kadar romantik gözüküyor. Ya sevmeseydim ne anlamı olabilirdi ki? Anlayamıyorum neyin kibri neyin acımasızlığıdır bu. Nasıl da kırgınım ona. Düşman değilim ama kırgınım. İnsan diline şerbet yakışırken, neden zehir döker bilemiyorum… Oysa sevmek ne güzel bir duygu, zarif, terbiyeli ve ince… Belki de ona duyduğum bu sevgidendir çabuk kırılışım…” dedi. Ayaklarına çarpan dalgaların soğukluğuna aldırmadan ruhunu saran hüzünle geceyi; dalga seslerinin uğultusunu, ara sıra bulutlara gizlenen ayı seyre daldı.
O kendisiyle konuşurken, rüzgâr denizin yüzünde, ak yeleli atlara benzeyen dalgaları kıyıya sürüyordu. Yüzünde ki manidar tebessümle “Deniz gelini olup, köpük köpük dalgalara binsem, kıyısız okyanuslara yol alsam. Sonra arkamdan o da gelse, tutsa elimden yol alsak huzura. Kibirden uzak, kötülükten uzak, namertlikten uzak yerlere varsak. Ama biliyorum ki bu sadece hayalimde kalacak. Kalsın.” diye düşünüyordu.
Sabahki yolculuktan içinde kırık hatıralar kalmıştı. Eşinin dedikleri, bakışları, alaylı gülüşleri hafızasında derin iz bırakmıştı. Mahcup olmuştu bir an, dünya da ki varlığından utanmıştı. Bir anda bütün dağları yerle bir olmuştu, kahramanı zavallı durumuna düşmüştü gözünde. Onun o hali içindeki bütün ışıkları söndürmüştü. İnsanın insandan üstünlüğünü, büyüklüğünü hangi metre ölçüyor, hangi terazi tartıyordu da, kendisi bu ölçülerin gerisinde kalmıştı. Birçok şey asaletle gelmeyip, sonradan elde edildiği için mi bu hale sokuyordu insanı.
Etraf iyice sessizleşmişti. Her yer mezarlık suskunluğundaydı. Gecenin içindeki yalnızlığını düşününce “Kimse bir şeyi toplayıp götürmüyor bu dünyadan, son başlayarak, herkese eşit olan adil ölüm gelince senin yükün kibrin olacak. Ben her zaman olduğu gibi affediyorum seni. Ulu bir mahkemenin varlığını hatırlasan keşke.” dedi.
Ortalık iyice zifiri karanlık olmuştu, deniz ve dağlar korkutucu görünüyordu. Hava, yavaş yavaş değişerek iyice üşütmeğe başlamıştı. Gururuna yediremese de eve dönmek istiyordu. Saati merak etti. Elini montunun cebine soktu. Telefonunu çıkarıp baktığında telaşlandı. Saat epeyce geç olmuştu. Eşinin aramalarına bakarken telefonun ışığı parladı. “Sessizde unutmuşum.” diyerek yeşil düğmeye dokundu. Karşı taraftaki sese “Kumsaldayım. Olur, bekliyorum.” diyerek cevap verip kapattı.
Telefonda eşinin sesini duyunca sevinmişti. Kederi gecenin koynunda hafiflemişti biraz. “Sevmesini bilmiyor, sevgiden yoksun. Yazık ki sevilmesini de bilmiyor.” diyerek teselli etti kendisini.
Denizin kıyısında ki evler silik birer hayal gibi görünüyordu. Ana yoldan kumsala inene patikanın ucundan gelişini gördü. Yolun sağ tarafındaki böğürtlen çalılarının gölgesi bazen onu görmesine engel oluyordu. Kırgındı kırgın olmasına ama içini bir heyecan kaplamıştı. “Beni merak etmiş.” diyerek içinden sevinse de, onu görünce kahırlanarak dünyanın en zavallı kadını durumuna düştüğünü aklına getirerek sevincinin önüne ket vuruyordu.
Rüzgâr dinmemiş, hafif ve serin esiyordu. Üşümüştü iyice. Ona doğru ağır ağır yürürken garip bir üzüntü ve savrulan duygular içindeydi. Yüz yüze geldiklerinde ağzı açıktı ama konuşamıyordu, dili tutulmuş gibiydi. Onun umursamaz bir tavırla “Düşünmek hindilerin işidir, yürü gidelim.” demesi yıldırım gibi düşüvermişti kumsala.
Ağır ağır yürürken boğucu ve acı bir his ayaklarının ucundan yükselerek, içine, kan damarlarına dağılıyor, boğazının içinde düğümleniyordu. İçinden “Savaşmadan ölmek günah değil mi? Farkında değil misin sevgili? Çok konuştun, çok konuştuk. Duyguları sözlerle eskittik, yıprattık. Hadi sus, susalım artık belki de bütün sır bundadır.” dedi. Onun dinmeyen ekâbir konuşmalarını duymuyordu. Bu duygulara rağmen bir çocuk masumiyetiyle sessizce yanında yürüyordu.
12.12.2020/ konya