NİÇİN GERÇEKÇİ YAPITLAR OKUMALIYIZ?..
Gerçekçi yapıtları okumak hem toplumsal hem de bireysel açıdan zorunludur.
12 Eylül 1980 sonrasında toplum gerçeklerden uzaklaştırıldı.
Böyle dönemlerde insanlar, hızla nesnellikten, gerçeklikten kaçar, öznele sığınırlar.
Falcılık, mistisizm yükselir. Kişi, öznelin çıkmazında dolanır durur.
Bu dönemlerde romanlar- öyküler insandan-toplumdan uzaklaştı.
Bu ürünler gerçekçi değildir.
İzleksiz bu ürünlerde küçük burjuvanın öznel bunalımları sergilenir.
Toplumcu yazın hem bireyi hem de toplumu yazar. Ama nasıl?
Toplumcu yazın da bireyi yazar. Öznel, gerçekçilikten kaçan yazından ayrımı şudur. Toplumcu yazın, bireyi, toplumsal bir varlık olarak ele alır.
Bütün büyük gerçekçi yazarların yöntemi budur. İnsan, toplumsal varlıktır. Toplumu dışlayan bir yaşam, anlayış olarak, baştan estetikten düşer.
Orhan Pamuk, Ayşe Kulin vs..
Gerçekçilikten kaçan ürünleri var..
Bu yazarların ürünlerinde örge yoktur, sergileme vardır. Oysa örge bir yapıtın omurgasıdır. Karakterler, olaylar, konuşmalar örgeden çıkar. Yapıt canlanır. Böylesi yapıtlarda örge, her durumu insanla ilişkilendirir.
Gerçekçi iki yapıttan, bu dediğime örnek zorunlu.
“…Birinci örnek. Anna Seghers’den Ölüler Genç Kalır. Erwin’le Marie birbirini sevmektedir. Erwin tutuklanır, katledilir. Marie bunu bilmez. Sevgilisini uzun süre bekler. Erwin’den bir çocuk doğurur. Karısı ölmüş bir erkekle evlenir. Dondurucu soğuk bir gecede, camlar buz tutmuştur, Marie, sevgilisini boşuna beklediğini anlamıştır. Acıları dinmiştir. Ama birbirine benzeyen soğuk geceler gibi acısı yanı başındadır.
Buna nesnelerin birliği denir. Anna Seghers, soğuk geceler deyip geçseydi, soğuk geceleri bir insanla ilişkilendirmeseydi bu roman estetik değerden düşerdi.
Ama bizde, soğuk geceler, yağan yağmurlar deyip geçen çok ürün var…”(19 Kasım 2012, Evrensel, Cengiz Gündoğdu)
“…İkinci örnek Adnan Özyalçıner’in Tutsaklar adlı öyküsünden. Yusuf, Amerikalı iki askerle ciple köye girer. Sabahın erken saatleridir. Bu saatte bu hızla korna çala çala girdikleri görülmemiştir. Köylüler söylenir. Köylülerden biri kalkar. Yüznumaraya girer.
Burada duruyorum. Romanda, öyküde doğal gereksinimler gösterilmez. Tuvalete gitti, yemek yedi, uyudu denmez. Doğal gereksinimler gösterilecekse bunun bir konuma bağlanması zorunludur.
Adnan Özyalçıner, köylüyü yüznumaraya sokup, çıkarsaydı öykü estetik değerden düşerdi.
Bakın Adnan Özyalçıner n’apıyor. Köylü yüznumaraya girmeden sıralı duran kutulardan birini alır. Bu, ABD’nin Türkiye’ye gönderdiği ketçap kutularından biridir. Bütün köy buna benzer kutularla doludur.
Buna nesnelerin birliği denir.
Adnan Özyalçıner yüznumaraya giden köylüyle okura ABD emperyalizminin Türkiye’yi köylere kadar kuşattığını gösterir.
Buna ayrıca birey-toplum diyalektiği denir. Bütün büyük gerçekçi yazarlar yapıtlarını bu temel üstüne, birey-toplum diyalektiğiyle kurarlar.
Karşı gerçekçi öznel yazının ürünlerinde nesneler gelişi güzeldir. Birey-toplum diyalektiği yoktur.(a.g.y)
Nasıl bir insandır özlediğimiz?
Toplum sorunlarına duyarlı, öbür insanla insan türü, dolayısıyla insanlık bağıyla ilişkiye giren, estetik bilinci, tinsel yetileri gelişmiş insanı mı özlüyoruz?
Öyleyse gerçekçi yapıt zorunludur.
Gerçekçi eserler bize insanı tüm derinliğiyle verir, anlatır, estetik bir duyarlık ve haz içinde yapar bunu.