Türkiye’nin kıpkırmızı olduğu bu zamanlarda herkesin pozitife evrildiği bu zalim zamanlarda korona nedeniyle yoğun bakımdaki bir dostumla yazıştım.
Mirim dedi, insanın ömrü alabildiği nefes kadarmış, nefes alamıyorum.
Bu hastane odasında Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu okur gibiyim.
Yalnız, çaresiz sadece Allah’la baş başa, sevdiklerinin, paranın, malın hükmünün geçmediği beyaz bir oda..
Beyaz çarşaflar ve bana göz kırpan karanlık..
Son 2 hafta içerisinde genç bir okul müdürü olan arkadaşımız Atilla Altuntaş ile üniversitedeki en samimi arkadaşlarımdan Cihat Usta’yı erkenden aramızdan aldı modern çağın laneti..
Helenistik felsefenin önemli düşünürlerinden Epikür;
“Ölümden neden korkacakmışım?
Ben varken o yok, o varken ben yokum” demişti.
Maalesef bugün varız, yarın yokuz!..
Yunus Emre de,
“Ölümden ne korkarsın, korkma ebedi varsın” diyerek özetlemişti olayı…
“Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.”
Allah dostlarımıza rahmetiyle muamele eylesin.
Mirim dedi dostum;
Şimdi tek istediğim nefes alabilmek, ötesinde yok gözüm.
Kaçmak da mümkün buradan elbette ama benim istediğim kaçmak değil ki.
Ne varmayı arzuladığım bir öte diyar,
ne de bir yerlerde bıraktığım kayıp bir cennetim var.
Sadece çıkmak istiyorum bu cendereden.
Çıkmak da değil, çıkabilmek.
Ben o ihtimali seviyorum.
Seçeneğim olmasını, kapının aralık kalmasını…
Durmuşum bir eşikte,
Ne bir adım geri, ne bir adım ileri,
Uzatmışım kafamı aralıktan dışarı,
Sırtımı dönmüşüm o cehennem sıcağına,
Mutlu mesut, çocuk çocuk
Soluklanmak istiyorum serinlik ümidi ile
Ötesi gerisi ne gam.
Bu aralar sık sık Cahit Sıtkı Tarancı okuyorum.
Ahmet Haşim gibi karanlıkları sevmesem de;
“Yaş 35 yolun yarısı eder
Dante gibi ortasındayız ömrün .”
deyip 46 yaşında aramızdan ayrılan Cahit Sıtkı’nın yaptığı şakayı sık sık hatırlıyorum.
Bu aralar seni de üzmüşler;
Dinle beni…
“Yalnızlığına kaç, dostum:
Görüyorum ki her yerini zehirli sinekler sokmuş.
Sert ve sağlam bir havanın estiği yere kaç!
Yalnızlığına kaç!
Sen küçük ve acınacak kişilere pek yakın yaşadın.
Onların göze görünmez öclerinden kaç!
Onlar sana karşı öcden başka bir şey değildirler.
Artık el kaldırma onlara!
Sayısızdır onlar,
Hem senin yazgın sinek kovmak değildir ki.”
Eğer bu hastane odasından çıkarsam çocukluğuma seyahat edeceğim, çocukluğuma yolculuk edeceğim.
İnsan diyorum; toprağa ayağının değeceği, bahçesinde memleket türküleri söyleyeceği, oturup bir ağaç altına semaverden çay içecegi ve gece yıldızları seyredip, sabah kuş sesleriyle uyanabileceği bir yerde yaşlanmalı.
Soğuk betonların ve taş yürekli insanların arasında değil.
Mirim; ben çıkamam belki bu anafordan..
Biliyor musun dostlarımın uğurlayamamasından korkuyorum son yolculuğumda..
Namazımın tenha olmasından..
Vebalı gibi gömülmekten..
Korona zamanlarında ölmekten korkuyorum..
Sana vasiyetimdir; Kaç kurtar kendini bu girdaptan..
insanın insan olduğu yerlere kaç.
Hicret zamanıdır vesselâm!
Erhan Ziya SANCAR
Eğitimci Yazar
Yazınızı okuyunca nefes alıp vermenin anlamını iliklerimizde hissetmemek mümkün mü? Nice kardeşlerimizi kaytbettik ve son yolculuklarında yanlarında olamadık. Sözün bittiği yerdeyiz… Her an tetikte ve her an bir bilinmezin üçüne düşmüş durumdayız bana göre. Tüm kardeşlerimize acil şifalar dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Korunmak ve korumak adına da evlerimizde hapis kaldık, kalabildik, ama ya dışarıda çalışmak zorunda olanlar? Sağlık personli? Öğrencilerimiz? Çocuklarımız? Zenginin zenginleştiği, fakirin daha da fakirlerştiği yeryüzünde pandemiden en çok zaran gören hangi kitle? Teşekkürler anlamlı ve içimizi sızlatan yazınız için.