Tepedeki seyir yeri, bir evin kapladığı alan kadardı. Düz ve dikdörtgen şeklinde yeşilin en parlak çayırına sahipti. Çevresi kara taşlarla çevriliydi.
Taşlara oturup yorgunluk giderilir ve çevre de izlenirdi. Güneşin doğuşunu, batışını ve ufkun kızıllığını görme şansını yakalardınız.
Seyir yerinde eğlenmek, yarım gününü alıyordu. Fakat gidip görmeye değerdi. Yaz mevsiminin ilk günlerinde, öğretmen arkadaşlarla seyir yerine çıkmaya karar verdik. Aramızda ilk defa çıkacak olanlar da vardı. Bunlar, daha istekli davranıyorlardı. Bir şey söylenmese tepeye kadar koşacaklardı.
Koşu için yaratıldık diyorlardı. Kardeşim “Çattık” dedi. Tepeye kadar koşulur mu? Amacımız, gezmek, görmek. Doğanın korkunç güzelliğini ve hırçın tabiat örtüsünü yaşamak. Koşucuların biri uzun boyluydu. Ona koşucu olmak yakışıyordu. Diğeri kısa ve şişmandı. Kardeşim “Koşucu mu?” dedi.
Uzun boylusu, biraz koşuyor ve dinleniyordu. Biz de koşar adımlarla yürüyorduk, sis inmeden, varmak istiyorduk.
Ağaçların kuru dallarını çekenler, patikadaki taşları öteye beriye dağıtmışlardı. Yoldaki kaynak suyunda ve dereye bağlantısı olan sularda dinlenerek patikayı arşınladık. Koşucumuzun zinde ve aktifliği devam ediyordu. Tepeye bir saat daha yolumuz vardı.
Kaynak suyunun birinde dinlendik. Kalktık ve normal tempoda yürümeye başladık. Yarım saat kaldı diye iki koşucu tepe için yarışa başladı. Kardeşim böyle bir yolda yarış olmaz dediyse de kabul görmedi ve tepeye koşmaya başladılar.
Arkalarından, yürüyoruz ama dikkatliyiz. Çünkü yol dik, bazen bulutların üstünde yürüyoruz, bazen de güneşle yüz yüze geliyoruz.
Tepeye çıktık. Seyir yerine doğru yürümek için taşlara tırmandık. Birden gördüğümüz manzara karşısında irkildik. Manzara koşucularla ilgiliydi. İkisi de uzanmış yatıyordu. Uzun boylu olan koşucunun ağzından köpükler çıkmıştı. Kısa boylusu ise sık soluk alıyor ama harekesiz yatıyordu.
Uzun boylunun yanına koştuk. Göğsüne masaj yaptık. Kollarını ve bacaklarını hareket ettirdik. Bir türlü kendine gelemedi. Sonra başına soğuk su döktük. Su onu ayılttı. Çevresine şaşkın şaşkın bakındı. Yanına vardığımızda “Tıkandım, ağzımdan köpük geldi ve soluksuz kaldım.” Dedi.
Zaten ince uzun zayıf bir vücudu vardı. Siyah saçları yüzünü kapatır ve alt çenesi biraz öne doğruydu. Kardeşim “Nefes borusu dar.” Dedi. İki kolundan tuttuk ayağa kaldırmak istedik fakat kaldıramadık.
Kardeşim seyir yerini o kadar abartılı anlatmıştı ki, o kadar özellikli olduğuna inanamamıştım. Aynı anda rüzgâr ve sakin bir hava yaşarsın demişti. Biz gittikten iki saat sonra öyle bir rüzgâr çıktı ki, evlere şenlik. Bırakıp kaçmamız gerekiyordu. Koşucuların hâlâ kendilerine gelmesini bekledik.
Ekmek arası köftelerimizi ayranın eşliğinde yedik. Bir süre daha dört bir tarafı izledik. Köyleri ve yaylaları gördük. Bu tarihte yaylalarda kimseler yoktu. Köyler ise şenlikti. Hatta bir köye yük kamyonunun ağır ağır çıkışını izledik. Bu kadar tehlikeli yola nasıl korkusuzca canlarını emanet ediyorlar insan şaşırıyor.
Koşucularımızın problemi kalmayınca geri dönüş hazırlıklarına başladık. Gerçi neşemiz yerinde değildi ama fazla etkilenmedik diyebilirim.
Seyir yeri her zamanki, gibi güzeldi. Fakat birden 1800 metre rakıma çıkıldığını düşünmeden koşanlar zor anlar yaşadılar.
Hasan TANRIVERDİ