60’lı yılların sonları idi…
Önce toprağın derinliklerinden bir uğultu geldi. Hemen ardından eski konağı sanki bir kuvvet kaldırıp, kaldırıp yere çaktı.
Bitişik odada nerede ise bütün sülalesine beddualar yağdıran komşunun hanımı hızla kendini dışarı attı.
Allaha tövbe istifa edip, kendisini koruyup çocuklarına bağışlamasını yakaran kadın evine doğru yıldırım hızıyla koşmaya başladı.
Bu benim depremle ilk tanışmamdı.
Daha sonraki yıllar içerisinde depremle yüzgöz oldum ama hatırda kalan cinsten değillerdi.
Ünye’deki depremlerden toplumun zar zor aklında kalan ve yeni nesiller geldikçe gittikçe unutulan deprem 1939 Erzincan depremidir. 7.2 büyüklüğünde olan bu deprem 32 bin civarında can kaybına yol açmıştı.
Ünye’deki hasarı birkaç eski konakların bacalarının yıkılması ve birkaç yaralanmalardan ibaretti.
Uzun yıllar bu musibete maruz kalmamış ve bazı nesillerin bile şahit olmadığı bir toplumda deprem korkusu ve bilincinin yeterince oluşması beklenemez. Bu başka haller için de geçerlidir.
Bu konuda ne kadar yayın yaparsanız yapın, kanunlar çıkarırsanız çıkarın toplumun kendisinde böyle bir korku ile beraber bilinç oluşmamışsa “anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna azdır.”
Her ne kadar “bir musibet bin nasihatten iyidir” dense de; İnsan acıları çok çabuk unutur, küllendirir. Hele de “bina yapma kültürü” yıllar hatta yüzyıllar içerisinde edinilen ve aynı zamanda pahalı bir alanda depreme dayanıklı bina yapmak öyle çok kolay değildir.
İşin teknik boyutu (özellikle günümüzde) son derece basittir. Çünkü iletişim araçlarının son derece gelişmiş olduğu çağımızda deprem teknolojisini öğrenmek son derece kolaydır.
Önemli olan bu inşaatları yapacak ekonomik imkana sahip olmak ve depremin ne anlama geldiğinin idrakine varmaktır.
Deprem zuhur edip can ve mal kayıpları yaşandığında binaların ne şekilde yapılması gerektiği konusunda fetva vermek işin kolay ve ucuz tarafıdır. Bunlar hiç mi faydalar sağlamaz?
Elbette sağlar… İşin reklam ve “çok bilmişlik” boyutu karşısında deryada damladır. Kırk yılı aşkın meslek hayatım boyunca 700 civarında proje çizdim. Gerek çizerken ve gerekse inşaat esnasında hâkim olabildiğim bina sayısı ya üçtür ya da beştir. Gerisi Allah-u Alem.
Bu mesleğe başladığımın ilk on yılımda bu durum bana çok koyardı. Sonra baktım ki bu benimle olacak iş değil. Toplumun kendisi bunu talep etmeli.
Toplumun talebi nasıl olur? Dedik ya… “Musibetler iyice bunaltmalı ki toplum yetti gari” desin.
Bina yapmak konusundaki bağnazlıklara sayısız örnek verebilirim. Eğlenceli de olur. Hatta roman yazsam fena da olmaz.
Başımdan geçen bir olayı anlatmadan önce burada ilgili kurumlara, mimarlara, mühendislere hiç laf etmediğimi söyleyecek ve bıyık altından güleceksiniz.
Öyle ya,
Onları neden karşıma alayım. Ama kazın ayağı öyle değil. Bina barınma ve diğer fonksiyonlarından çok günümüzde ticari bir emtiadır. Kenar mahallede bir kıytırık bakkal açmaya karar verdiğinde kırk gün düşünürken; bina gibi yüz binlerce liralık yatırım yapmaya gelince “ruhsat almak derdi olmasa proje yaptırmazdım” diyen vatandaşın yanında…
İnşaat yapmayı kısa zamanda köşe dönme aracı zanneden müteahhidin çarpık zihniyeti ile…
Binlerce kaçak binayı af eden ama ruhsatlı binanın kıyısında köşesinde ufacık bir aykırılık gördüğünde “aha bindim gagana” diyen kurum varsa…
… Meslek erbabı olmanın ne anlama geldiğinin farkında olmayan, kendini üç kuruşa hapsetmiş etiketliler ile iş yapmak zorunda iseniz…
Yandı gülüm keten helvası.
Bundan on beş yıl kadar önce idi. Daha bilgisayarda proje çizme işi yeni başlamıştı. Benim büromda çizim henüz eski usul elle çiziliyordu. Bir doktor arkadaşıma proje çizdim.
Özendim ama fiyatı dost işi idi. Nihayetinde aile dostumdu. On beş gün sonra projeyi yazıhanesine götürdüm. Kendisi yoktu.
Bir gün sonra hışımla büroma geldi.
“Kardeşim odalar falan iyi olmuş da bu nasıl çizim?
Hayretle nasıl yani? Diye sordum.
Bunu bilgisayarda çizdireydin de benden fazlası ile bedelini alaydın. Şimdi bunu arkadaşlarıma nasıl göstereceğim.
Hikâyenin sonu;
İsteğin o olsun dedim. Gittim aynı projeyi bilgisayarda çizdirdim. Bire on talep ettim.
Hah işte tam istediğim gibi olmuş dedi…Çıktı gitti. Duydum ki arkadaşlarına iyi hava atmış…NOKTA.