Yırtıcı hayvanların doğası gereği çilesi bitmez. Çünkü birbirlerine olan üstünlüklerini iç güdüleri sayesinde uygular ve yaşama şansını artırırlar. Bu durum, yabanilerin çilesidir.
Yabaniler, korunmak ve avlanmak amaçlı güvenli yerlere giderler. Çeşitli yırtıcılarda aynı özelliklerinden dolayı, güvenli bölgeyi seçerler. Böylece yabaniler, belirli bölgeye toplanmış olurlar. Bu tür toplanmalar, yabanilere çile olarak döner.
Yırtıcının sosyal özellikleri, bir arada bulunmalarını gerektirir. Sayısal üstünlük sağlayan yırtıcı, düşmanını kolaylıkla alt eder, yavrularını öldürür ve avını yakalar. Hayata tutunamayan yırtıcının yavrularının da ölmesi çile üstüne çiledir.
Avını yakalayan yırtıcının, yavruları bulması için bir arama yapmaması sonucu yavrular yaşayabilse de anaları olmadan hayatta kalamazlar.
Yırtıcılar, gelişmiş duyuları sayesinde kendilerine göre güvenli yerlerde yaşadıklarını zannetseler de başka yırtıcılara yem olabilirler. O hâlde, yabanilerin hayatı, çile üzerine kurulmuştur. Çilesiz yaşantıları ve yavrularını rahat büyütecekleri bir ortamları olamaz.
Doğada bütün yabani hayvanların yaşaması, ortamlarında ekolojik dengenin kurulması demektir. Hayvanların ekolojik dengelerine göre, aynı çevrede yaşayanlar, birbirlerine besin kaynağı olurlar.
Örnek; çakallar, besin kaynağı olarak gördükleri, domuz yavrularını yakalamaya çalışırlar. Domuz, yavrularına kış için yiyeceklerini gizlerler. Böylece çakalların olduğu alanda, yaşamaya çalışan domuzlar, üredikleri hâlde, sayısal olarak artmazlar. Bu olay, belirli ortam için, ekolojik dengedir. Çakallarda daha üstün yırtıcılara yem olurlar ve onların da sayıları belirli oranda kalır.
Yine ekolojik denge olayını; bir bahçede fare ve yılanların sayılarıyla görebiliriz. Şöyle ki, farelerin sayısı artarsa yılanlar azalmıştır. Yılanlar artarsa fareler azalmıştır. Örnekleri çoğaltabiliriz. Tavşanlarla vaşaklarda ekolojik denge olayını gerçekleştirirler.
Böyle bir ekolojik döngü, yabani hayvanların beslenme piramidine de uygun olarak gerçekleşir.
Yabanilerin çilesi bununla da kalmaz. Kürklerinin güzelliği, derilerinin sağlamlığı, dişleri ve boynuzlarından dolayı insanlar tarafından avlanırlar. Birbirlerine olan yırtıcı özellikleri insanlara karşı hiçbir şekilde etkili olamaz.
İnsanlara av olan hayvanlar ise kendilerini ancak; kuş uçmaz kervan geçmez, bir doğa parçasında gizlemek suretiyle canlılıklarını korurlar. Bu durumda yaşama hakkını elde ederler. Örnek vermek gerekirse, Su Samurları, Dağ Keçileri ve Dağ Aslanlarını sayabiliriz.
Bazı yabani hayvanlarda, koruma amaçlı olarak, kendilerini yırtıcı veya zehirli hayvanlara benzetirler. Böylece farklı yırtıcılar, korkar yaklaşamaz ve insanlar onları avlamaktan vazgeçerler.
Hayvanların içgüdüsü onların, yaşadıkları ortamı benimsemelerine neden olur. Yaşanan ortamın çoğu hayvanlarına düşman olmazlar. Kimini güçsüz görüp saldırmaz. Parçalamak istemez. Fakat av ararken başka bir ortamdaki yırtıcıya çarpılması doğaldır. Örneğin, Sırtlan yavrularını Aslanların denk geldiğinde öldürmeleri gibi. Bu durumda yavrular, direnmeden yuvalarına kaçmalı veya analarına sığınmalıdır.
Yırtıcı hayvanların, iyi veya kötünün yanında olmaları, söz konusu değildir. Çünkü hayvanlarda akıl yoktur. Akılla değil, içgüdüyle hareketleri belirlenir. İçgüdüsel hareketleri, duygusal ve güçlüdür. Çok iyi koku alma, görme ve duymak gibi özelliklere sahip olanlar vardır.
Tüm hayvanlara insanlar tarafından uydurulmuş özellikler, onların davranışını veya hareket tarzını belirleyici olamaz. Çünkü hayvanların hareketlerini içgüdü yani hormon sistemleri belirler. Örnek; Tilki gibi kurnazlık etme, Aslan gibi güçlü ol ve atmaca gibi atak ol insanların uydurmalarıdır.
Yabani hayvanların, hayatlarını koruma ve sürdürmede, çileleri söz konusudur. Bu çileyi atlatanlar hayatta kalma şansına sahip olurlar.