Öyle sert ve ters esiyordu ki o sıralarda rüzgâr… Hani eşdeğer rezonansı bende yakalayıp, beni de sanki bir köprü gibi yıkmak istercesine, herşey üzerime üzerime geliyordu. İnsan hatasız olmazdı elbet… Elbet yaptığı hataların bedelini ödeyecekti… Ancak bugünleri yaşamama neden olan hataları ben yapmamıştım… Evet benim de hatalarım vardı, ama beni ya da bir başkasını buz dağlarının doruklarına savuracak kadar sonucu çok ağır olan hatalar yapmamıştım… Ama şimdi hayat arkadaşımın yaptığı bu hataların bedelini ben de mi ödemek zorundaydım… Ağlamak istiyordum ama avaz avaz ağlarsam kesin komşular uyanır… Kapıma telaşla gelip, hemen sorabilirlerdi, hocam ne oldu diye… Zaten Necla abla kalp hastasıydı, onu huzursuz edemezdim… Onun için sabah saat altıda uyanıp arabama bindim, müziğin sesini açtım ve avaz avaz ağlamaya başladım…
Yıl 2006 bir sonbahar pazar sabahı… Sanki yeryüzünde sokağa çıkma yasağı var, her yer yüreğim kadar terkedilmiş gibi… Kızılay, Keçiören arası yollar bomboştu o dönemlerde sabahın ilk saatlerinde… Keçiörenden Kızılaya… Kızılaydan Keçiörene tekrar dönene kadar arabamı sürerken bağıra bağıra ağladım… Sonra sustum ve dedim ki… Demek hayat dedikleri sensin… Annem “aman kızım sen sana yakışanı yap” dedikçe, babam “sakın bana yalan söyleme” dedikçe, ben aileme layık olmak için didindikçe, bana yine de bedel ödeteceksin öyle mi? Evlendiğim adam yanlış yapıyor diye ben de onun yanlışlarının sonucuna katlanacağım öyle mi dedim… hayata…
Hayat… evet dedi
Peki bu adil mi dedim
Hayat… adil dedi
Çok saçma der demez
Hayat… Senin alman dersi sen göreceksin.
Ayakta kalmak için sert rüzgârlara da dayanmak gerek dedi….
Öyle miiii… Sanki herkes sert rüzgâr deneyinden geçiyor ya bir ben mi kaldım… Kendi halimde kimseye dokunmadan yaşıyordum… Kime ne zararım vardı ki… Yok sert rüzgâr deneyinden geçeyim.
Hayat… Aynen kimseye zararın yok… Ama zararsızların da zoru ögrenmesi gerekli… Zoru görünce pes etmemesi gerekli… Çünkü sen istesen de istemesen de sadece İYİLER yaşamaz seninle… dedi.
Sanki anlamış gibiydim… Kendime sadece iyinin, iyilerin, güzelin, güzelliğin olduğu cam fanustan bir dünya kurmaya çalışmam, hele de ömrümün çok genç yıllarında beni adeta bağışıklığı çok zayıflamış ve hastalıklara yakalanma riski büyük bir potansiyel hasta yapabilirdi…
Toplumda her kesitten her karakterden insan yaşıyordu ve İYİYİ yakalamak yetmez İYİYİ KORUMAK için güçlü ve savaşmayı bilmek gerekirdi.
Hayat… Nasıl biraz anladın mı dedi.
Evet dedim gülümseyerek ve o da gülümsedi. İhtiyacın olduğunda beni anlamak için kendini dinlersen egonun sesini kısarak… Beni de anlarsın dedi ve gitti.
Arabamla evimin otoparkına gelmiştim bile… Arabamı otoparka park edip, evimin çok yakınındaki fırından ekmek almak için yürümeye başladım. Gözlerimin ağlamaktan kızarmış olabileceği… umrumda değildi. Caddenin karşısına geçerken sabah hafif bir sonbahar rüzgârı esti…
Es bakalım minik rüzgâr kış ta yakın. Kışın da eseceksin değil mi şöyle poyraz poyraz, bazen de yıldız yıldız… Sen es ben burdayım… Sen sert gel ben yine burdayım. Sen ister sert eserek gel ister lodos gibi saçlarımı öperek sevgiyle gel. Ben hep burdayım… Ben üşüsem de… Soğuktan ve bazen yalnızlıktan… Seni ısıtmayı da… Soğuktan birbirinden kaçanları da birbirlerine sarılarak ısıtmayı da ben öğreteceğim… Hadi gel sert eserek gel… Ben sana benim için beni incitmeye olan çabana… İnatla inatla inatla gülerek şükranlarımı sunacağım…
Sert esen rüzgâr dik durmak için aşıdır adeta… Kişisel yaşamımızda ve sert eserken rüzgârlar… Sarılırsak birbirimize, soğuk üşütemez o zaman… hiçbirimizi… toplumsal tüm zorlukların yükü… Üşümeye değil, nasıl ısınırıza odaklanırsak hafifler.
Okuyan herkese sevgi ve ŞÜKRANLARIMLA….