Yazının ana konusu aslında “intihar” değil. Fakat, yakın bir zamanda intihar eden Furkan adlı gençten ötürü
birtakım önemli konular da ön bilincime akın etti.
Furkan, geride bıraktığı intihar notunda bir şeyler yazmış. Notun ana konusu nedir? diye sorduğumda kendime,
bulduğum kelime “değer-sizlik” oldu.
Bu genç, kendini değersiz hissediyordu.
– Bu cümle doğru oldu mu, bilmiyorum… Her tür hissi hepimiz ara ara yaşarız, da
şöyle bir şey var ki; bir bakarız ki, o, his dediğimiz şey, yaşantımızın ta kendisi olmuş. Kanserli hücreler çoğalmış bütün vücuda yayılmış, gibi olur.
Tıpçı değilim ama bu kötücül-kanser hücreleri ile ilgili şunu biliyorum:
İnsan vücudunda her an kötücül-kanserli hücre oluşumu teşebbüsü vardır. Fakat, “genetik seviyede savunma-bağışıklıklık alt yapısı” sebebiyle
bu kötücül-kanserli yapılar imha edilir. Peki o zaman, bu kötücül hücrelerin yayılma vakaları nasıl olur?
Demek ki demin bahsettiğim genetik ve bağışıklık yapısı hasar alır da o yüzden olur.
Furkan‘ın durumu buydu. Kanser miydi Furkan? Bir bakıma öyleydi. Tüm varlığına yayılan bir kötücül saldırı. İyi olan her şeyini yok eden, veya
değiştiren kötücül bir şeyler. Dolaysal şeyler yani. Diğer insanlar…
Son iyi şeyini; insanlara, güzel şeylerinin de olduğunu söyleyebilme halini-bir güzel varoluş halini-son iyi şeyini korumak için intihar etti. Furkan.
…
Ağaçlara çok bakarım. Tek bir ağaçtaki binlerce, hatta onbinlerce yaprak. Tek tek de incelerim bazen yanaşıp bir ağaca zaman yettiğince.
Her bir yaprağın birbirinden farklı şekillerini görürüm.
İnsanlara bakmak da benzerdir. Oturursunuz bir çay bahçesinde mesela. Genel geçer baktığınızda, yani kabalak baktığınızda, hepsi insandır işte.
Tanıdıkça, konuştukça, oturdukça birbirlerinden farklı olan özelliklerini görürsünüz insanların. “Kötü” dediğiniz şeyler de görürsünüz,
“iyi” dediğiniz şeyler de görürsünüz. Çeşit çeşit şeyler de görürsünüz. Kıyas edersiniz kendinizdekilerle.
Sizdeki esas şeyi, orijinal şeyi(Bir yaprağı diğer yapraktan ayırt etmemizi sağlayan fark) bozdurmayan şey;
anlık da olsa onlara kendiniz gibi bakabilmeniz. Kendiniz gibi bakabildiğiniz an, gönül tartısı farkı bulur, bilir. Ölçüm yapıyorsunuz yani.
Sonra tartıdan alıyorsunuz o şeyi, tartı kefeleri aynı hizaya geliyor.
Konu, insan olunca; tartmada, karanlık bir yerden gizli bir el sizin kefenize kenarından müdehale eder. Ağır bastırır sizin kefenizi. Alması
gerektiği zamanda sizin kefenize bastırır, vermeniz gerektiğinde kefenizi yukarı ittirir. Gönül tartısı, anlaşıldığı üzere, bir sofradır da.
Karanlık elin, genelde alma konusunda zalim olduğu çoktur.
Tartı bozulursa, ne kendi değerimizi ne de başkasının değerini bilebiliriz.
Zaman zaman, bu tartı mevzusunu renk-ler konusuyla anlatmaya çalışırım(Anlaşılamamış olabileceğim olasılığı sebebiyle).
Herkesin bir rengi vardır, derim. Kibir denen şeyin kol gezdiği, hatta cirit attığı dolaylarımda kimsenin biribirinden üstün olmadığını anlatabilmek için.
Bu da sorun olabiliyor; kendi rengine bakamamış, baktırılmamış kişilerden kendi orijinal rengimi bozmaya meyleden karanlık bir gürültüyle
renksizlikler ele geçirmeye çalışır beni. Oysaki ben onların renklerini görmüşümdür. Boya hayata kendini. Bir ağaçta biraz yeşil yaprağın
yanında sen de biraz sararmış ol. Ne de olsa bir sonraki bahara yine farklı faklı yeşilleriz.
Değerli olmak, diğerinin değerini görebilmekledir.
…
Dijital tartılar. Gönül tartısı da dijitalleşir mi acaba?