Ya bu çocuk benden ne istiyor, ne zaman görse kucağına alıp kaçırıyor beni, ellerimden tutup döndürüyor döndürüyor, kahkahalar atınca çok seviniyor. Herkes tarla, bağ bahçe işi yaparken o her şeyi bırakıp beni kovalıyor. Hoşuma gidiyor mu, bilmem belki de bıkmışımdır, bilmem bıktım mı, yoo aksine güzel aslında sanırım, bilmiyorum ki. Herkes çalışıp uğraşırken tarlaların arasında koşturmak, ondan kaçmak… Ahmet abim o benim. Köydeki herkes de alıştı ben koşarak geçince gülüyorlar, yine Ahmet Sultan’ı kovalıyor diyorlar.
Bir evin bir kızıyım ben. Bir de erkek kardeşim varmış. babam şimdiki annemle evlenmek için kardeşimi devlete vermiş. Burada devlet diyorlar ama sanırım asıl adı yetiştirme yurdu. Annem kardeşimi doğururken ölmüş .Babam zaten o yüzden hiç sevmemiş kardeşimi. Bakmak da istememiş, ölünle ölünmez deyip bir iki ay sonra şimdiki annemle evlenivermiş. Tüm herkes de haklı bulur babamı, bir erkek yalnız olmamalıymış, bir sürü ihtiyacı varmış ama kadın kendine yetebilirmiş o yüzden kadın kocasını kaybederse tek başına oturmalıymış, yeni bir koca falan düşman başına, taşlayıverirler kadını. Boşanmak, boşanmak mı? Bizim buralarda kadın boşanmaz, boşanırsa zaten çok çok kötü bir şey yapmıştır ki boşamıştır onu kocası, ölse daha iyi derler sahipleri. Sahipleri kim mi? Kim olacak işte babası, kardeşleri, emmisi, dayısı… İşte bu kadın da yani yeni annem gelirim ama tek bir şartla ben çocuk mocuk bakamam verirsin oğlunu devlete gelirim demiş Ben sorun olmamışım. Çünkü artık 10 yaşına gelmişim, evi temizleyip, yemek yapabilirim. Tarlaya da giderim, çamaşır bile yıkayabilirim.
Yeni annem Ahmet’in beni kovalamalarına pek sevinir, biraz daha büyü bu çocuk seni alacak der. Beni alacak mı? Ben daha küçüğüm. Hem o benim Ahmet abim. O beni seviyor. Buralarda erkekler sevgilerini göstermezler. Kız olmak da iyi bir şey değildir zaten. Erkenden evlendirirler sonra tarlaya koşarlar. Bir evin içinde 15-20 kişi yaşarsın. Yiyeceklerin olduğu dolapların anahtarı kaynananın elindedir. Büyük bir onurla taşır o koca anahtarlığı. Bir şey yiyecek içecek olsan ondan istemek zorundasındır. Eee vermesi için de onunla iyi geçinmen gerekir. Vaktiyle kendisi de aynı yollardan geçtiği halde gelinlerine hiç acımaz buradaki kaynanalar, anahtarı ele geçirmiştir ya artık geçmişin tüm kinini intikamını alabilecektir. Bütün gelinler sırayla o anahtarı ele geçirecekleri günü beklerler. Yaşlarının, ömürlerinin geçtiğini anlamadan o anahtarı ele geçirecekleri günü beklerde beklerler. Oğlan çocuğu olmayan ya da kısır kadınlar hariç, onlar hiç bir zaman o iktidara sahip olamayacaklarını bilirler, oğlan anaları kurum kurum kurulur zaten. Adı kısıra çıkmış kadınlarsa, onlar ne kadındır ne insandır burada, kocaları onların üstüne doğurabilecek kadınları alırlar, tek özellikleri doğurabilecek olanları. Onlar yan odada çocuk için uğraşırken, tek başına yatan ve kimbilir neler düşünen, duyan kısır kadınlar. Kimse onları düşünmez, illa ki çocuk doğurmak gerekir hem de erkek… Bir kadın için erkek çocuk doğurduğu an, gözlerde yükseldiği andır ve kadının ileride o anahtarı alabileceği, köşede kurum kurum kurularak oturacağı, gelinine herşeyi emredeceği andır.
Ben hiç evlenmek istemem, 3 kişilim ailemden 15-20 kişinin olduğu bir yere gitmek, bilmediğim insanların her isteğini yapmak, yemek için yaltaklanmak istemem. Hem ben o anahtarı da istemem, banane, herkes istediğini yesin. Zaten insanlar acıkmıştır ki, yemek istiyorlar, niye onlara zulmediyim ki?
Bugün beni istediler, Ahmet’e. Kahve getirirken yan özle baktım Ahmet’e. Gülmek geldi içimden, sanki yine benimle oynamaya gelmişti. Yeni annem bi sert baktı ki, ödüm koptu, hemen yere indirdim gözlerimi.
Ben 12 yaşındayım, Ahmet 18 olmuş askere gidecekmiş hem yakında. O gitmeden yapıvereceklermiş düğünümüzü. Ben daha adet bile görmedim ama önemli değilmiş. Küçük olursam daha kolay eğitilirmişim, her söyleneni yaparmışım. Hem Ahmet’in annesi istediği gibi eğitirmiş beni. Ağaç bile yaşken eğilirmiş. İyi de ben ağaç değilim ki, insanım ben insan.
Yüzükleri takıyorlar utanıyorum, Ahmet çok mutlu. Aslında mutlu olmalı mıyım bilmiyorum. Benim yaşıtım kızların çoğu bilmedikleri, görmedikleri adamlara verilirler, adamların yaşı da büyük olur çoğu kere. Ama ben Ahmet’i tanıyorum, onu biliyorum. Ahmet işte ya, iki yıl öncesine kadar beni tarlalarda kovalayan Ahmet.
Dediler ki, çok mutlu olursun. Mutlu mu? Ben mi? Mutluluk ne ki? Tarlalarda koşmak, dereye ayağını sokmak, kuzuları okşamak, ağaçlara çıkmak, salıncakta sallanmak… Bence mutluluk bu. Ha bir de Feride’ye Almanya’dan gelen bebek. Ooo ona sahip olsam evet ona sahip olsam çok mutlu olurdum. Yatırınca gözlerini kapıyor, öyle güzel ki.. Koca koca mavi gözleri var, saçları da bukle bukle bak ona sahip olsam çok sevinirdim. Bazen getirir Feride gizli gizli severim onu, gizli gizli çünkü bir görseler dayağı yeriz koca kızlar bebekle oynuyoruz diye. Hatta geçen gün Hatice teyze, Feride bebeğini isteyince azarlamış onu, bebek yapacak çağa geldin hala bebekle oynuyorsun diye. Bebek yapacak çağ da ne ki? Hem bebek nasıl yapılır ki? Allah vermiyor mu bebeği? Tövbe tövbe insanlar nasıl yapsın bebeği. Bazen şu büyükleri hiç anlamıyorum.
Ne diyordum, ha mutlu olmak? Ahmet’in evine gidince nasıl mutlu olacaktım ki, o evde sadece Ahmet yok ki;Ahmet’in kardeşleri var, annesi, babası var, yeğenleri var, yengeleri var, bi tek Ahmet yok ki…
Artık tarlalarda koşamam, sesli sesli gülemem nişanlı bir kızım artık, yakında evleneceğiz Ahmet abimle yani Ahmet’le. Ahmet beni çok seviyor, sanırım hala beni tarlalarda kovaladığı o minik kız olarak görüyor. Aslında bu da iyi bir şey yani iyi bir şey olmalı değil mi? O bana vurmaz, incitmez, incitilmeme izin de vermez. Kadınlar çok dövülür burada, kocasının sözünden çıkarsa dövülür, çocuk ağlarsa dövülür, kaynananasını, kayınbabasını, kaynını işte evde kim varsa onu memnun edemezse dövülür, yemeği yakarsa dövülür, tarladaki işini zamanında bitiremezse dövülür. Bazen tüm aile bir olur bir güzel dayak atarlar, iyice akıllansın diye. İyice akıllanır mı o kadın bilmem ama iyice sessizleşir adeta bir gölge olur, varlığını oradan oraya sürükleyen. Tüm duygularını yitirir, inançlarını yitirir, umutlarını yitirir ,hatta bunlar neyse de kendini yitirir sonunda. Ağızsız dilsiz bir yaratık olup çıkıverir işte. Sonra övünürler bak işte sopayı yedi aklı başına geldi, sessiz sessiz her hizmetimizi görüyor diye böbürlenirler bir de. Bilmezler ki o ,artık o kadın değildir . Sadece onun gölgesidir, onun aksidir, onun dış kabuğudur içi kalmamıştır ki. Ama bu önemli değildir, her hizmeti sessizce görüyordur, aile içindekiler ne derse hemen hazırdır, kocası akşamları sevişmek istese yine hazırdır, gıkını çıkarmaz artık tarlada çok yoruldum demez, sen beni kırdın hoş bunu zaten hiç diyemez de, işte ona benzer laflar edemez, uzanır öylece ölümü bekleyen kurbanlıklar gibi. Kurbanlıklar çırpınır belki ama o çırpınmaz adam bir an önce içinden çıksa diye bekler, o sıklaşan nefesiyle doyuma ulaşırken kadın hareketsiz, hissiz yatar, belki de içinden bin türlü bela okuyarak, adamın oracıkta ölmesini dileyerek… Başta adamın hoşuna gitse de sonrasında rahatsız olur bir de onun için dayak yer kadın, put gibi yattığı için. Sanki sevilmiş, okşanmış, kadın olduğu hatırlatılmış gibi…
Gerdek gecesinde sırtına yumruklar vurarak kapıdan içeri attılar Ahmet’i, yere kapaklandı bi gülmem geldi ama ben gelin olmuştum gülemezdim, uslu uslu sessiz sessiz oturmalıydım, öyle de yaptım. Sonra Ahmet geldi yanıma gözleri bir ayrı bakıyor ayrı bir parlıyordu öyle acayip bakıyordu ki… Sırf yeni annem söylediği için değil, o gözlere o gözlerdeki manaya bakamadığım için indirdim gözlerimi yere, çoraplarımın ucuna bakmaya başladım. Yüzümü açtı, alnımdan öptü, sonra yüzgörümlüğü denen o şeyi taktı boynuma sanki daha önce hiç görmemiş yüzümü. Sonra beraber oldu benimle, incitmemeye çalışarak, korkutmamaya çalışarak. Ben henüz 12 yaşındaydım ve henüz ilk adetimi bile göremeden kadın olmuştum. Kanamam gerekiyormuş ama ben kanayamadım, Ahmet çok telaşlandı, mutlaka kanamalıymışım yoksa bu ikimizin de sonu olurmuş. Dışarda bunun için bekleyenler varmış. Ahmet bir kez daha denedi inlete inlete ağlata ağlata yaptı bu sefer ve ben kanadım. Gözyaşlarım oluk gibi akıyordu, canımın acısından duramıyordum ama kanamam çok büyük bir olaydı. Ahmet hemen kanamayı bir beze sildi ve zafer kazanmışçasına dışardakilere uzattı. Dışarda bir çığlık koptu, babasına müjdeyi verin dediler. Neyin müjdesiydi ki bu, artık bir adamla beraber olduğumun kısacası seksi tattığımın müjdesi mi, aileye kabulümün müjdesi mi, Ahmet’in bu işi yapabildiğinin müjdesi mi? Yok bunların hiçbirisi değilmiş, kanadığım için müjdeymiş, yani daha önce kimseyle sevişmememin. İyi de ben 12 yaşında değil miyim, daha önce nasıl bir seks hayatım olabilir ki? Aslına bakarsanız benim şimdi de bir seks hayatım olmamalı, daha çocuğum ben, göğüslerim bile yeni yeni beliriyor. Göğüslerimi bir tülbentle sımsıkı bağlar öyle gezerdim, kimse memelerim olduğunu anlamasın diye. Sonra bir gün yeni annem gördü ne yaptığımı, saçlarımı öyle bir çekti ki, memesiz kalçasız görecekler, seni kimse almayacak, başıma kalacaksın diye öyle bir azarladı ki… Zaten kadın dediğin neymiş ki, erkeklerin ilgisini çeken birkaç organ ve kadının görevi neymiş erkeklerin ilgisini çekmemek ve o organları saklamak. Bir tek kocanın ilgisini çekmeliymişsin, organlarını da bir tek onun kullanımına sunmalıymışsın. Ama erkek o başkaymış onu canı durmadan organ çekermiş hem de her gördüğü kadındakini ayrı ayrı. O yüzden onun canı çekmesin diye kadınlar organlarını muhafaza altına almalılarmış. Yoksa kim bilir belki de zorla o organlara sahip olurlarmış, sen de o zaman orospu olurmuşsun ve ölmeyi hak edermişsin.
Ahmet’le evlilik bazen evcilik gibiydi. Yeni gelindim ya, durmadan çalıştırırlardı beni tarladır, bağdır, bahçedir, çamaşır, bulaşık… Bir de ekmek yapmam lazımdı, yufka ekmek işte. Somuna kim para verecekti ki, evde kadın kız dururken. Bileklerim güçsüzdü benim oklavayı öyle harıl harıl hareket ettirip dakikada bir yufka açamazdım. Alay ederlerdi benimle, kaynanam oklavayla ellerime vururdu, eltim gizleyemediği bir sevinçle bakardı, oklava inen ellerime. O oklava inmesin diye öyle gayret gösterirdim ki, bazen yırtılıverirdi hamur, işte o zaman o oklava artık başıma mı, omzuma mı nereme denk gelirse inerdi. Her işe yetişmeye kalkışırdım, ama öyle küçüktüm ki bazen takatim yetmez olurdu. Aşağılanmalar, dayaklar… Eltim bunları iyice kanıksamıştı ama ben anlam veremiyordum. Gayret gösteriyordum ya, uğraşıyordum ya, çabuk öğreniyordum ama el becerisi o farklıydı zamanla öğrenebilirdim. Ah bir de şu inen oklavaların korkusu olmasa daha rahat yapabilirdim biliyorum ama korkunca yapamıyorsun ki, ellerin titriyor, hamuru yırtmayacağın varsa da yırtıyorsun.
Ama akşamları öyle değildi, Ahmet geliyordu, annesinin şikayetlerini yarım kulak dinliyor, odaya çekilince bana günümü göstereceğini söylüyordu .Yemekten sonra ben sofrayı toplar o sigarasını tellendirirdi. Annesi başka iş buyurunca odamıza çekileceğimizi söylerdi. Annesi itiraz edecek gibi olsa da, Ahmet ne de olsa erkekti ve burada erkek kaç yaşında olursa olsun ya da konumu ne olursa olsun ona itiraz edilmezdi. Erkekti, her şeyi yapabilirdi. Annesi beni neden dövmesi gerektiğini birkaç kez daha anlatır sonra odadan bana atılan dayak seslerini duyma hayalinin verdiği zevkle beni bırakırdı. Odamıza çekilince Ahmet önce bana sımsıkı sarılır, sonra yüzümü, gözümü öpücüklere boğar. Ben gülünce uyarır beni, sus diye. Sonra örgülerimi çözer, tek tek öperek her bir beliğini. Arada yatağa falan vurur ben mahsustan bağırırım yapma Ahmet diye. Sonra bana öyle bir sarılır ki her şeyi unuturum.
Ben galiba çok şanslıyım, bir erkek tarafından sevilmenin ne olduğunu biliyorum. Öyle güzel ki, onun kollarında erimek, onun fısıldadığı sözleri dinlemek, hatta dinleyememek sadece nefesinin sıcaklığına kendini bırakmak. Öpmek, okşanmak, kucaklanmak, ona ait hissetmek. Bana öyle gelir ki, Ahmet yanımdayken dünyaları yıkarım ben, her şeyi her şeyi yapabilirim. O yüzden çok güçlüyüm ben, boyum küçücüktür, bileklerim incedir, akşama kadar dünyanın lafını işitirim ama ben güçlüyümdür çok güçlü. Ahmet var ya, işte o benim gücüm, bilirim ki akşam gelir Ahmet gelir, odamıza götürür beni sever, okşar, konuşur, şakalar yapar, kucağına alır, bebek gibi hoplatır beni. Ben çok mutluyum Ahmet iyi ki de beni sevmiş. Eltim çok mutsuzdur ama bilirim gözlerinin bakışındaki hınçtan, sözlerinin kemliğinden hem de çok iyi bilirim. Çünkü o sevilmiş bir kadın değil, sevilmiş olsa öyle aksi olur mu? Hem onun kocası gelir, oturur hep anasıyla babasıyla bir türlü kendi odasına geçmez. Karısına da hep karı şunu yap bunu yap der. Ahmet bana Sultanım şunu getirir misin falan der , ailesinden biri varsa o ım’ı hep içinden söyler ama ben bilirim bana Sultan değil de, Sultanım dediğini.
Ahmet askere gitti, şimdi günler bana cehennem, hele geceler. Odama çekilip çekilip ağlıyorum, artık beni ne güldüren var ne de hatırımı soran. Sultanım diyen o sesi öyle özlüyorum ki… Hep onun hayalini kuruyorum Ahmet gelmiş bana sarılmış, nefesi nefesimde… Gözlerimin içine bakıyor, gülüyor, seviyor beni… Seviyor işte, ötesi var mı? O beni seviyor, gelecek bana tekrar kavuşacağım ona.. Of şu günler bir geçse bir geçse… Ahmet varken akşamı beklerdim hep, gün dönünce bir sevinirdim ki, Ahmete az kaldı Ahmetime az kaldı diye deli olurdum. Şimdi artık hiç sevmiyorum akşamları. Gündüzleri çalışıyorum çalışıyorum var gücümle çalışıyorum. Düşünmek istemiyorum çünkü, özlemek istemiyorum. Bazen kokusu geliyor burnuma deli gibi kaçmak istiyorum, bağıra bağıra ağlamak… Ahmetim bir gelse…
Ahmetim gelmedi ama kara haberi geldi… Askerdeyken bir kaza olmuş, arkadaşı vurmuş Ahmet’i … O kadar kolay söylediler ki, eğitim zayiatıymış sanki boşa harcanan bir mermi ya da vuran bir bot gibi. Zayiat sadece zayiatmış Ahmet. Zayiat koskoca Ahmetimi koskoca mutluluğumu koskoca beni bir kelimeye sığdırdılar, zayiat. Artık gözlerim kör, kulaklarım sağır, dilim tatsız, kalbim… Kalbimi hiç bilmiyorum çünkü orada kalp yok artık sürekli sivri bir bıçakla delinen bir şey var ama ne bilmiyorum. Sadece sürekli delen bir bıçağın yarası…
Acımı içime gömdüm, kendimi de içimdeki o mezara. Köylüler, eş, dost ,akraba geliyorlar başın sağ olsuna… Hizmet etmek gerekiyor, dilsiz dudaksız, hissiz ve kör sürüklüyorum bedenimi… Ölen sanki benim Ahmetim benim hayatım benim duygularım benim kadınlığım benim ruhum benim hayallerim değilmiş gibi sürüklüyorum bedenimi, hizmet ediyorum. Oysa Ahmet hep benimdi, tüm hayatımı onunla geçirecektim, Ahmet’e benzer çocuklar doğuracaktım onun gibi mert onun gibi sahiplenici onun gibi sahici. Ben hiç onsuzluğu aklıma getirmemiştim ki. Ahmet’ti o Ahmet işte, her zaman yanımda olan, bana ben olduğumu hissettiren, yüzümde gülücükler açtıran Ahmet’ti işte o ötesi var mı ki… Ahmet işte Ahmet… Şehirli kadınlar belki o benim bir tanemdi, her şeyimdi falan diye ağlarlar, ben bilmem ki öyle kelimeleri. Ben içimin yangınını bilirim, ben Ahmetimi bilirim onun bana bakan gözlerini, kendine çekişini, kollarını bilirim. Ben Ahmet’in kokusunu bilirim mis gibi içime çekerek uyuduğum kokusunu.. Ben Ahmet’in sesini bilirim öyle güzel öyle yumuşak öyle gönül okşayıcı… Bana Sultanım demesini bilirim… Gözlerini bilirim ya gözlerini bana öyle bir bakarlar ki öyle bir manayla dopdolu. O gözlerde sevgi vardır, şefkat, sahiplenme… Bazen alev alev yanar gözleri metrelerce öteden bana sen benim kadınımsın diye bakar, bana ait, yalnızca bana ait bir kadın ve o gözleriyle bana ben de senin erkeğinim der yalnızca senin… Oyy Ahmetim ben sensiz ne yaparım kendimi hangi taşlara çarpar, hangi ırmaklara atarım. Ben seni öyle sevdim… Kendini bana öyle sevdirdin…
Artık yaşamıyorum, ağzımdan burnumdan belki nefeslerim çıkıyor ama ben yaşamıyorum…
Bugün beni Ahmet’in kardeşiyle evlendirecekler, malım yabancıya gitmesin diye. Burnunu sildiğim bana yenge bana bi su veriversene diyen Hasan’a. Bugün beni kaçıncı kez öldürüyorlar, kaçıncı kez toprağın altına sokuyorlar bilmiyorum. Kaçıncı kez kendimden kaçıncı kez Ahmedimden ediyorlar.
Küçücük bir kızken verdiler Ahmet’e, şehirdeki kızlar daha sokaklarda oynarken, daha sorunlarını psikologlar eşliğinde çözmeye çalışırlarken, daha bugün ne giysem diye düşünürlerken, daha cep telefon modellerini beğenmezken ben gelin oldum gelin.. Daha regl bile olmamıştım. Şanslıydım buradaki kızlar gibi 40’ında bir adam düşmemişti kısmetime, Ahmet sevmişti beni Ahmet almıştı beni, sultanım demişti bana, sevmişti, sevmeyi sevilmeyi hem de bir erkek tarafından öyle güçlü sevilmeyi öğretmişti bana. Köyümün kızlarından farklıydım, sevilmiş bir kadındım ben, istenmiş, okşanmış, öpülmüş… Oysa şimdi kupkuru bir çöldeyim. Ah keşke beni sevmeseydin Ahmet, sevilmenin nasıl bir şey olduğunu bana hiç öğretmeseydin, kupkuru bedenimi ben de sürükleseydim tarlada kırda bayırda. Şimdi beni senin kardeşine veriyorlar, ona nasıl kocam derim, nasıl koynuna girerim? İki elin yakamda olmaz mı Ahmet. Ben tek senin kadınınım tek sana aidim. Zaten ruhum kupkuru, zaten canlı canlı gömdüler beni ama sana söz Ahmet yarın canlı canlı değil cesedimi gömecekler. Tek senin yanına varabileyim. Biliyorum canına kıymak en büyük günah, yanına varamam belki ama tek sen dokunmuş ol bana, tek sen sevmiş ol, tek senin Sultanın olarak kalayım.