Yaz mevsimiyle mahalle de hareketlenmişti. Okullar yaz tatiline girmiş, gurbetçiler de gelmeye başlamıştı. Meyvelerin türüne göre olgunlaşmaya başlamış olması, yaz mevsiminin habercisiydi. Yaz mevsimi tüm güzelliğiyle yaşanmaya başlamıştı.
Top sahası, deniz ve bahçe üçgenine aktivitelerimizi sığdıracaktık. Bize göre, top sahası ve deniz, ayrılmaz ikiliydi. Bizi de içine çeken bu ikili vazgeçilmez, bir sosyal aktiviteydi. Adı geçen ikili, gençleri güzelliklerine bağlarken, yarış hâlinde olduklarını da fark ediyorduk. Yarışıyorlardı, topuyla ve suyunun güzelliğiyle. Yeşil sahanın meşin yuvarlağı ve denizin tuzlu suyu, beğenimizi kazanmaları için ağrıyan kaslarımıza ilaç oluyordu.
Top sahasını yağmur, denizi dağların sisi dalgalandırıyordu. Dalga, oyunumuza ve yüzmemize yasak demekti. Yasak demek, hayalimizin yıkılması, rüyamızda işkence demekti. İstemiyorduk yağmuru ve sisi gün boyunca. Günü bırakın bize, geceler sizin olsun, diyorduk.
Bahçeler gülle donatılmış da olsa gitmek, çalışmak istemiyorduk. İstemiyorduk, ayrık otunu, dikeni ve dökülen yaprakları.
Güller arasında olmak, yorulmak, yabani dünya ile uğraşmak uzun zaman sürmese de top sahası ve deniz için, sigorta özelliğindeydi. Çalışıp yorulduğumuza, terlediğimize ve yıkanmayı hak ettiğimize ölçüydü.
Yeşil sahanın, engin maviliğin sularında bot ile balık tutmanın vizesini almamız gerekiyordu. Mantıklı olmayı düşünüyorduk, çünkü, yetişen ürünlere hazırlık önemliydi.
Yalnız günlerin ısınmasıyla, sahillerde güvenlikçiler türedi. Dalga var, girmeyin. Dalga yok girebilirsiniz gibi direktiflerle canımızı sıkmaya başlamışlardı. Allah’tan onlara “Mobilet” diye bir cırcır böceği vermişlerdi de oyunumuz bozulmuyordu.
Mobilet, bisiklet ile motor arasında bir vasıta. Çalıştığında nasıl bir şey ki, cırlak sesi ortalığı tutuyor. Böyle bir ses daha duyulmadı. Üzerindeki görevli de arkadaşımızın babası. Arkadaşı top oynatmıyor, denize girmesine izin vermiyor.
Güvenlikçi iskeletin üzerine elbisenin giyinmiş hâli. Gözler dışarı fırlamış, burun önde ve çene sivri eller yağ içinde. Mobilet bozulurmuş da elleri yağdan çıkmazmış.
Denize indiğimizde önce top oynuyorduk. Mobiletin cırlamasını duyduğumuzda arkadaş, pantolon ve gömleğini giyer, kenarda oturur. Biz de güvenlikçiyi görmez ve duymazdık. Özelikle yola bakmazdık. Onun peşinden, maç biter, denize girerdik. Cırlama duyduk, arkadaş dışarı, cırlama gitti arkadaş denize.
Güvenlikçi, “Oğlum top oynamıyor, denize de girmiyor.” Diyormuş hanımına. Hanımı da gülüp geçiyormuş.
Cırlamayı mahalle de duysak, “Denizden şikâyet var.” Diyorduk. Yine güvenlikçi gelmiş ve denizde çok kalmışız, fazla açılmışız.
Mobilet olmasa oyunumuz bozulur, deniz keyfimiz kaçardı. Mobilet sayesinde rahatlıkla yaz keyfimizi sürdürüyorduk.