Edebiyatımızın köşe taşları vardır; üzerlerinden asırlar geçse de nisyan bulutları onları gölgeleyemez. Zamana meydan okuyarak dimdik ayakta kalırlar. Arkalarındaki güç, geride bıraktıkları kitaplardır. Yazdıkları bu seçkin eserler, konu ve üslûp olarak vakti kuşattığı için zamanın hoyrat değirmeninde unufak olup kaybolmazlar. Asırlar geçse de gençliklerinden ve güzelliklerinden hiçbir şey kaybetmezler. Bu mümtaz özellikleri taşıyan yazarlardan birisi de, hepimizin yakından tanıdığı ve eserlerini severek okuduğu hikâyeci Ömer Seyfeddin’dir.
Türk hikâyeciliğinin unutulmaz isimlerinden birisidir Ömer Seyfeddin… Çocukluğumuzda hangi birimiz onun hikâyelerinden birini veya birkaçını okumamışız? Bu soruya olumsuz cevap vermek pek de mümkün değildir. Cumhuriyet dönemi Türk çocuğu, onun eserlerinden aldığı edebî hazla ve zihnî hızla büyüdü, büyümeye de devam ediyor.
Türk edebiyatında önemli bir döneme imzasını atan ve Millî Edebiyat Akımı’nı başlatan yazarlardan biri olarak kabul ettiğimiz Ömer Seyfettin, 28 Şubat 1884’te Balıkesir/Gönen’de doğmuştur. Asker kökenli bir ailenin çocuğudur. Babası, Kafkasya Türklerinden Yüzbaşı Ömer Şevki Bey’dir. İleride kendisi de babası gibi askerlik mesleğini seçecektir. Askerlik mesleği onun fıtratında var olan millî ve manevî hissiyatını daha da pekiştirecektir. Bu duygu coğrafyasını, yazdığı her hikâyeye hissedilir biçimde yansıtacaktır.
Milliyetçi bir dünya görüşüne sahip olan Ömer Seyfeddin, asker olan babasının yoğun isteği üzerine, Eyüp Baytar Rüştiyesi’nin subay çocuklarına özgü bölümüne yatılı olarak yazılmıştır. Buradaki eğitiminden sonra, Edirne Askerî İdadisi’ni ve İstanbul’daki Mekteb-i Harbiye’yi bitirerek buradan piyade teğmeni rütbesiyle mezun olmuştur. O artık göğsünde şanlı Türk bayrağı armasını taşıyan şerefli bir askerdir. Milletini iç ve dış düşmanlardan korumak için ant içmiştir. İçi içine sığmamaktadır. Bu duygularla Merkezi Selânik’te bulunan 3. Ordu’nun İzmir Redif Tümeni’ne, daha sonra da Kuşadası Redif Taburu’na atanmıştır.
Ömer Seyfeddin’in edebiyata ilgisi, Edirne Askerî İdadisi’nde öğrenciyken başlamıştır. Hemen her yazar gibi o da işe şiirle giriş yapmıştır. Fakat zamanla, su nasıl akıp mecrasını bulursa, o da şiirden uzaklaşarak gerçek kabiliyet alanı olan hikâyeye yönelmiştir. Fakat o, asıl şöhreti, Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem’le birlikte çıkarmaya başladıkları “Genç Kalemler” dergisindeki mühim yazılarıyla yakalamıştır. Derginin ilk sayısında imzasız olarak yayımladığı “Yeni Lisan” makalesinde ortaya attığı görüşler ve savunduğu düşüncelerle o zamanın aydınlarının bir kısmı tarafından alkışlanmış, bir kısmı tarafından da ağır eleştirilere tabi tutulmuştur. Fakat o, fikirlerinin yanında duranların yaklaşımından büyük bir mutluluk duymuş, karşısında olanları ise kale almamıştır. Onun “Yeni Lisan” makalesindeki bu önemli görüşleri Millî Edebiyat Akımı’nın başlangıç bildirisi olarak değerlendirilebilir. Yani Millî Edebiyat Akımı’nın düşünce babalarından biri, belki de birincisidir Ömer Seyfeddin.
Ömer Seyfeddin bir süre İzmir Zabıtan Efrat Mektebi’nde öğretmenlik yapmış, üsteğmenliğe kadar yükselmiştir. Değişik yerlerde vazifeler gördükten sonra 1911’de öğrenim ücretini ödeyip, kendi isteğiyle ordudan ayrılarak Selânik’e yerleşmiştir. Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine, yeniden orduya çağrılarak askerlik görevine büyük bir arzuyla devam etmiş, Yanya Kalesi’nin savunmasında Yunanlılara esir düşmüştür. Bir yıllık esaret hayatından sonra ölünceye kadar Kabataş Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapmıştır. 31 yaşında evlenmiş ve bir kız çocuğu olmuştur. Fakat evliliği ancak üç yıl sürebilmiştir. 6 Mart 1920’de kaldırıldığı Haydarpaşa Hastanesi’nde şeker hastalığından ölmüştür. Kadıköy Kuşdili’ndeki Mahmut Baba Türbesi Mezarlığı’na gömülen Ömer Seyfeddin’in kemikleri 1939’da Zincirlikuyu’daki Asrî Mezarlık’a taşınmıştır. Bazı kaynaklarda Ömer Seyfeddin’in, muhaliflerince zehirlenerek öldürüldüğü söylense de bu iddia açıklığa kavuşturulamamıştır.
Görüldüğü gibi Türk hikâyeciliğinin yüz akı olan Ömer Seyfeddin 36 yıl gibi kısacık bir ömür sürmüştür. Bu kısa hayat içerisine, kanaatimce yüzyıllık işler sığdırmıştır. Onun eserleri Türk çocuklarının mefkuresini şekillendirmiştir. Bu büyük milliyetçi yazar, az zamanda çok ve mühim işler yapılabileceğini hayatından örneklerle bizlere göstermiştir. Oysa yüz yıl yaşadığı hâlde dünyada kalıcı bir eser bırak(a)mayan nice fâniler mevcuttur.
Ömer SEYFETTİN; daha orta okul yıllarında iken bütün öykülerini okuduğum büyük yazarımız. O büyük yazarın Diyet, Kaşağı, Ferman gibi öykülerini kim hatırlamaz ki! Benim, hiç unutamadığım öyküsü “Nakarat”, şöyleydi: Yunanistan sınırında bir güzel kız, karşı tarafta da bizim bir askerimiz; günlerce birbirlerine bakıyorlar. Kız, sürekli olarak, bir şarki formatında bir şeyler mırıldanıyor. Bizimki, o kızın, sözlerini anlamadığı şarkısına da hayran oluyor. Ama günler sonra öğreniyor, o hayran olduğu kızın söylediklerini. Meğer kız diyormuş ki o nakaratında: “İstanbul bizim olacak.” // İşte o anda hayranlık da aşk da bitiyor.