Tam adı: “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılmış, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İstanbul’da imzaya açılması sebebiyle bu şekilde isimlendirilmiştir. İstanbul sözleşmesinin asıl amacı Kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak. Sözleşmenin tamamı 30 sayfa 12 bölüm ve 81 maddedir.
İstanbul Sözleşmesi 2012 Mart’ında tüm partilerin desteğiyle ve oy birliğiyle TBMM den geçmişti. Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan bu sözleşme Türkiye’nin Avrupa Konseyi dönem başkanlığında, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açıldığı için “İstanbul Sözleşmesi” olarak adlandırıldı.
Bu metnin içerisinde iki tane önemli husus var dikkat çekilmesi gereken ve bizimle asla uyuşmayan. Bunlardan birisi “Toplumsal Cinsiyet” meselesi bir diğeri de “Cinsel yönelim” tercihi ve partner(ikinci eş) kavramı. Bunlar ve başka şeyler de var ama, bu iki meselenin, LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender sözcüklerinin baş harflerinden oluşan bir kısaltma) vesaire gibi marjinal gurupların ekmeğine yağ sürecek kavramlar olması hasebiyle, bu kavramların arkasına sığınarak siyasi iktidarı itham edenlerin sayısı çoğalmıştır.”
İstanbul Sözleşmesi’nin arka planında da Türkiye’nin toplum ve aile yapısını dizayn etme amacı yatıyor. Sözleşmenin içerisine sinsice yerleştirilmiş bazı kavramlar ve bu kavramları inşa etmenin gereği olan birtakım yükümlülükler söz konusu. Satır aralarına gizlenmiş olan: “Cinsel yönelim, cinsel tercih” partner gibi kavramlar, Türk ve İslam ahlâkına aykırı olan kavramlardır. Aslında eleştirilen konular da bu yönde yoğunlaşıyor!
Bu kavramların ne anlama geldiği, yine bu sözleşmenin bağlı olduğu Birleşmiş Milletlerin ilgili sözleşmelerine baktığımız zaman daha iyi anlıyoruz. BM’nin cinsel kimlik belgesi ile birlikte İstanbul Sözleşmesi bir fonksiyon icra ediyor. Nitekim biz bu ‘Herkes eşit ve özgür doğar’ denen BM sözleşmesine baktığımız zaman, cinsel yönelim ve cinsel tercih açık bir biçimde gay, lezbiyen vs.’leri kapsıyor. Sonuç olarak da bu metin kadına yönelik şiddeti engellemek açısından bir takım önlemler ortaya koymakla birlikte, toplumsal cinsiyet eşitliği felsefesini de vurgulamış oluyor.
İlahi kanunlara karşı bir başkaldırı çabası taşıyan ve Allah’ın haram saydığı sapkınlıklar meşrulaştırılarak, aile düzeninin bozulması, insani değerlerin yok edilmesini amaçlanıyor. Bunlar sözleşmeye bilinçle monte edilmiş maddeler konumundadır. Amaç: insani ve İslami kavramlar ile topluma değer katan örf, adet, gelenek ve görenekler yok edilerek, toplumun yozlaştırılması ve ailenin bozulmasıdır.
Sözleşmenin tamamı okunduğunda bütün maddelerin perde arkasında toplumsal bütünlüğün bozulması, ayrışmanın ve toplum içerisinde ayrımcılığın artırılmasına yönelik çalışmalar olduğu açık bir şekilde görülmektedir!.. Partner kavramı ile de aile yuvasına dinamit konulmakta namus, şeref ve haysiyet kavramları yok edilmektedir.
Sözleşmenin imzalanmasından günümüze kadar şiddet azalmamış aksine artmıştır. Aile bütünlüğü bozulmuş, evlilik oranları azalırken boşanma oranları çoğalmıştır. Boşanmanın artması ile birlikte çocukların mağduriyetleri de artmış, toplumsal huzursuzluk ile birlikte kadınların daha mutsuz olmalarına sebep olmuştur. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesine imza atan Türkiye Cumhuriyetinin ya sözleşmeden imzasını çekmesi ya da yanlış anlaşılmaya meydan veren maddelerin çıkarılması gündeme gelmiştir. Şu an Ak Parti iktidarına düşen görev, bu yanlış anlaşılmayı bir an önce gidermek ve bu ithamlardan kurtulmaktır…
İstanbul Sözleşmesi 2012 Mart’ında tüm partilerin desteğiyle ve oy birliğiyle TBMM den geçmişti.