Bankın hemen kenarına oturdu. Belediye kartını düzenledi. Tekrar cebine koydu. Eliyle bir daha yokladı. Bana baktı ve güldü. Kartınızı tekrar niçin elinize aldınız, dedim. Cebimde bir daha yokladım, ya kaybolursa diye aklımdan geçti de.
Benim de kartım kaybolursa diye düşündüm. Ya başıma öyle bir olay gelse, herhâlde 20 kilometre yürümek zorunda kalırım, dedim. Tekrar bana döndü ve cebimdeki parayla ekmek alacağım. Yoksa yol param kalmıyor da dedi. Üzüldüm fakat bir şey diyemedim. Belki sözlerim onu üzer diye düşündüm.
Dayanamadım, seni de üzmek istemiyorum ama diyorlar ki, gelirimiz üçe katlandı. Nasıl oluyor, senin sözlerinle hiç uymayan bir durumla karşılaştım, ne söylemek istersin, dedim.
Arkaya yaslandı. Aldanmış olmak bu devirde doğal. Aldandım de yeter. Aksi hâlde bu kadar uydurma sözlerle karşımıza çıkma. Otuz senedir, çalışıyorum. Çocuklarımı okuttum ve okutuyorum. Emekli olduğum gün gururluydum. Hayatımın en değerli yıllarını devletim için, çalıştım. Okulum olmadı fakat işimi başarıyla sürdürdüm.
Emekliliğe kaç yıl, ay, gün ve saat çalışarak hak ettiğini açıkladı.
“Okul vardı da okumadık mı? Dedi. Köy yerinde kim buldu okulu. Yokluktan şehre göçmek zorunda kaldım. Kenar mahallede zorla bir gecekondu yaptırdım. Emekli olduğum gün, o tek göz gecekondum gözüme saray geldi.
Çile çeksem de devletin emeklisiydim. Sosyal güvencem elimde. Çocuklarının okumasını istiyordu. Devletin sosyal güvenceli emeklisi. Güvenceliydi, karnesini cebinde taşıyordu. Ankara da vekiller burada da ben diyordu. Yarını için, devletim, toprağım diyordu.
Öncekilerin vergisiyle büyükler, sonrakilerin vergisiyle de arkadaş grubum emekli oldu. Allah devlete zeval vermesin. Devlet başımızda her zaman devletti.
Emeklinin devlete inancı tamdı. Okul, hastane, fabrikalar devlet korumasında, milletin hizmetindeydi. Gecekondusundan sarayına kadar her yer aynı öneme sahipti. Başını yastığa koyduğunda rahat uyuyordu. Kolay mı Devletin elemanıydı. Devlet, gel dese gider, evden çıkma dese çıkmazdı.
Yağmur, kar gecekondusuna misafir olurdu. Sel basar, rüzgâr uçururdu. Bütün bu felaketlere karşı, emekli, devletin korumasındaydı. Onun için, devlet babaydı. Babanın şefkati, alicenap davranışı emekliye öyle bir güç veriyordu ki, o sayede köşkte yaşar gibi mutluydu.
Devlet emeklisine göre, pek çok ilişkileri görmek, etkileşimini kavrama imkânı elde etmek ve başarılı olmak demekti. Devlet bütün kuruluşlarıyla kültürel yapısının devamlılığını sağlardı. Böylece hayata bakışımız belirlenir. Doğal yerleşim yerleri ortaya çıkardı. Devlet manevi hayatı desteklerdi. Toplumsal yaşantıya güç katardı. Ahlaklı toplumlar, güzel duygularını devletin devamlılığına borçludurlar.
Devlet, insanını ayırmazdı. Herkese aynı güzellikte davranırdı. Anayasa, hukukun üstünlüğü, sosyal güvence ve meslek seçiminde insanlar eşit hakka sahiptir. Duygu ve düşüncede olumlu bir hava yaratılır.
Bu gelişmelerden nasibini alan bir insan olarak, alnımın teriyle emekliliği hak ettim. Şimdi de çocuklarımın okuması için, elimden geleni yapıyorum.
Öyle bir zaman geldi ki, devlet baba olmaktan vazgeçirildi. Ona güveneni yalnız bıraktı. Her şeyi parayla ölçtü ve bizim gibiler ölçüye uyamadık. Çocuğuna seni beğendirmediler. İçimize ayrılık soktular.
Şehirler kent, insanı sömüren kont oldu. Devlet baba olma özelliğini bıraktı, vatandaşını ezdi. Vatandaşını gaza boğdu. Böylece devlet anlayışı ortadan kalktı. Emekli önce devletini, sonra “Dönüşüm” safsatasıyla gecekondusunu kaybetti.
Dönüşüme uğrayanı, döndürüp bir dağ yamacına sürdüler. Devletin emeklisiydik, yersiz yurtsuz bırakıldık, bir karta muhtaç kaldık.
Devletin emeklisi, içini döktü ve kalktı. Cebindeki kartını yokladı ve gitti.