Balıkçı motorları barınağın önüne çekilmişti. En son kalan motor barınağa yaklaşırken, içeriye girdik. Kaptanlar balık konusunda görüş bildiriyorlardı. “Kaç gündür fırtına, yakamızı bırakmadı. Çok az bir şeyler alabildik,” diyorlardı.
Fırtınaya rağmen doğal hareket ediyorlardı. Heyecanlı değildiler. Arkadaşımız balıkçıya; “Denizde fırtına sizin için ne manaya geliyor.” Diye sordu.
Balıkçı başını kaldırdı, gözüyle çevreyi süzdü ve yüzü kızardı. Kırlaşmış saçları, kırışmış derisi ve sert yüz hatları hayatın acılar içinde geçtiğini vurguluyordu. “Deniz bir tutkudur. Bu tutku balık avı ile sonuçlanır.” Dedi. Kederliydi, sanki acıları depreşti. “Size acılarınızı hatırlatmak istemezdik.” Dedik.
Denizin fırtınasını düşünmeyiz. Çalkantılı bir denize, “Ağabeyimi ışımadan yolcu ettik. Bir gün sonra da biz de açılacaktık. Rüzgârın devam ettiğini biliyorduk.” Elini montunun içine soktu. Vücudu titredi. Karadeniz’e çıkan motorlar anlaşmalıydı, herkesin ne tarafa gideceği belliydi. “Dönüşte burada olursun.” Demişti. Onun için erken dönecektik.
Deniz çalkantılı da olsa balık durumu fena değilmiş. Fakat rüzgâr bırakmıyormuş. Onları bir tarafa atıyormuş. Erken dönmeye karar vermişler. O gece denizde kalmışlar. Sabah hazırlık yapılmış, balık pişirilmiş ve öğleye doğru yola çıkmışlar. Bereketli sular, nice acı olaylara gebeymiş.
Dalgalar sert gelmeye başlamış ve iki dalganın çarpmasıyla dengeleri bozulmuş. Kaptan dümeninde ağabeyim varmış. Ağabeyim soğuk kanlıdır, heyecan yapmaz ama dalga ne kadar güçlü geldiyse sarsılmışlar. O durumda panik yapmamak mümkün değil. Ağabeyim de kendini kaybedince, karaya sürüklenmişler.
Beş kişiymişler, motorun parçalarına tutunmuşlar ama kıyıdaki kayalardan uzaklaşamamışlar. Gün boyu buz gibi suda akşama kadar mücadele etmişler. Birbirlerine olabildikleri kadar destek olmuşlar ama yapılacak bir şey olmadığı belli.
Akşam kararmadan yakın geçen bir yük gemisi bunları görüyor ve kurtarıyor. Gemide ilk müdahale yapılıyor. Gece hastaneye bırakılıyorlar. Bize sabah haber geldi ve koştuk. Ağabeyimle iki arkadaşı yoğun bakımda diğer ikisi daha iyi. Ağabeyin ve yoğun bakımdaki arkadaşlar kurtaramıyor, diğerleri ise altı ay kaldıktan sonra çıkarılıyor ama öylesine geziyorlar.
Ağabeyimden sonra anam ve babam fazla yaşamadılar. Sonuçta perişan olduk. Deniz böyle bir şey işte, haydi diyorlar gidiyorsun. Böyle bir tutku, kokusunu almadığım günü yaşadım, saymıyorum. Bizim de sonumuz, herhâlde dalganın altında kalmak olacak. Karadeniz olmazsa Marmara’ya gidip olta ile balık avlayıp günü kurtarmaya çalışıyoruz. Hayat, her şey boş, her şey yalan.
Ellerini ovuşturdu, motoru izledi. Kenara çekilişine müdahale etti. Montunun yakasını kaldırdı. Balık alabilirsiniz dedi. Motorun yanına vardık, balık çok azdı. Bize birer tane balık verdi.
Teşekkür ettik ve balıkçının yanından ayrıldık.
Balıkçılık hakkında çok az bilgimiz olduğu hâlde, deniz ile ilgili sohbetten etkilendik.