Türkiye, enerji rekabetinin ve ihtilaflı konuların arttığı Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervlerinden hakkı olana sahip çıkma ve siyasi sınırlarını koruma odaklı aktif bir dış politika izlemeye başlamıştır. Bu politika sonucunda Türkiye ve Libya arasında 27 Kasım 2019 tarihinde uluslararası hukuka uygun şekilde “Dolmabahçe Mutabakatı” imzalanmıştır.
AB ve ABD’nin destekleriyle bölge ülkelerinin kendi aralarındaki iş birliğini artırarak Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku sözleşmesini ihlal eden tek taraflı adımlarına karşı deniz yetki sınırlarını belirleyen bu mutabakat etkili bir cevap olmuştur.
Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile 2011 yılında yaptığı anlaşmanın bir benzeri olan bu mutabakat sayesinde Türkiye, batı kıyılarındaki münhasır ekonomik bölgesinin sınırlarını çizerek Yunanistan’ın bölgedeki olası hak ihlalinin önüne geçmiştir.
Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımında Türkiye’yi saf dışı bırakmak isteyen İsrail, Mısır, Yunanistan ve BAE gibi aktörlerin Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmadan son derece rahatsız olmuşlardır. Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmayla; o zamana kadar Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi saf dışı bırakmayı amaçlayan bütün anlaşmaları geçersiz kalmıştır.
Körfez ülkeleri gibi petrol ve doğal gaz ihracatına bağımlı Libya ekonomisinde ülkedeki enerji kaynakları iç savaş boyunca taraflar arasında defaten el değiştirmiştir. Bu durum Libya’nın ihtiyacı olan petrol ve doğal gaz gelirlerinden mahrum kalmasına, yoksulluğun artmasına ve 6,8 milyonluk toplam nüfusun daha fazla yüksek işsizlik sorunu yaşamasına neden olmuştur.
Türkiye’nin Libya ve Doğu Akdeniz’de olup bitene kayıtsız kalması, iktidarda hangi hükümet olursa olsun, Ankara’nın jeopolitik konumunu doğrudan olumsuz etkileyecekti. Osmanlı devletinin çöküşünü etkileyen faktörlerden biri de Akdeniz’deki deniz egemenliğini yavaş yavaş kaybetmesine rağmen buna karşı bir çözüm geliştirememesiydi. Bugün Türkiye’nin Libya’da bulunması, “İskenderun Körfezi’ne sıkıştırılma projesinin” akamete uğratılması anlamını taşıyor.
Öyle ki Türkiye Akdeniz’de varlığını sürdüremezse, Doğu Akdeniz’de Türk gemi ve uçaklarının izinsiz seyirleri bile tehlikeye girecektir. Bu bağlamda sorulması gereken en temel soru, Libya’yla beş, hatta on iki asır öncesine giden tarihsel ve kültürel bağları bulunan Türkiye’nin “Libya’da ne işi var?” sorusu değildir. Bunun yerine “ABD, Rusya, Fransa, İtalya gibi emperyalist ülkelerin Libya’da ne işi var?” sorusu sorulmalıdır. Ayrıca emperyalist ülkelerle birlikte hareket eden, fakat Arap ve İslâm dünyasının derdine deva olacak en ufak bir adım bile atmayan BAE ve Suudi Arabistan’ın Libya’daki varlıkları da sorgulanmalıdır.
Bilindiği gibi, bir devletin siyasal sınırları yanında jeopolitik ve jeokültürel sınırları da vardır. Akdeniz’deki varlığını ve çıkarlarını koruyabilmesi açısından, Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik sınırlarının Libya’dan başladığını ifade etmek abartı değildir. Doğu Akdeniz’de en büyük kıyıya sahip bir ülke olarak Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya’da olan biteni kollarını kavuşturarak izlemesi beklenemez. Türkiye’nin teşebbüsleri, ülke çıkarlarını ve bölge barışını korumak adına çok mühimdir ve tarihi öneme sahiptir.
Libya’da iç savaşın sonlandırılmasıyla ülkenin yeniden inşa sürecine girmesi gerekecektir. İç savaş nedeniyle alt ve üst yapısı önemli ölçüde zarar gören Libya’da iç savaşın sonlanmasıyla beraber Türkiye için de yeni fırsatların oluşması muhtemeldir. Libya’nın artan konut, okul, hastane, yol, liman ve sulama tesisi gibi ihtiyaçlarını çoğunlukla Türk şirketlerinin karşılaması söz konusu olabilecektir. İç savaşın başlamasıyla 18 milyar dolar değerinde yarım kalan yatırımları ve yıkılan inşaatlarını tamamlamak için istekli olan Türk şirketleri için de geri dönme imkânı doğabilecektir. (NOT: Basından Seçtiklerimiz-Yorumsuz…)