Dünyanın en milliyetçi halkı kimdir? Diye sorduğunuzda benden alacağınız cevap Kırım Tatarlarıdır. 1944 yılında Stalin tarafından, vagonlara doldurulup Batı Türkistan’daki Türk Cumhuriyetlerine sürüldüler. Kırım Tatarlarının %46’sı sürgün ve sürgün sonrasındaki iki yıl içinde öldü.
Stalin’in ölümünden sonra sürülen Çeçen ve Balkar’lar eski yurtlarına döndüler. Ama Kırım Tatarları ve Ahıskalıların dönüşüne müsaade edilmedi. Sözde bize Muhtaç Gürcistan, Ahıskalıların dönüşüne müsaade etmiyor. Ahıskalıların bir bölümünü ABD aldı.
Stalin’in ölümünden sonra Kırım Tatarları, geri dönüş için mücadeleye başladılar. 1989 yılından itibaren Kırım’a dönüp, kaçak olarak yerleştiler.
2005 yılında Özbekistan’a gittim. Taşkent yakınlarındaki sanayi kenti Çırçık’da çalıştım. Benden önce gelen arkadaşlarım beni diş hekimi Güla Hanım’la tanıştırdılar. Bir kızıyla yaşayan Güla Hanım, evinin bir odasının muayehane olarak kullanıyordu. Dişlerimi göstermeye gittiğimde biraz sohbet ettik, bana, “Müstakillikten (Bağımsızlıktan) sonra mezun olmuş hiçbir doktora muayene olma, olursan verdiği ilaçları kullanma, daha eski mezun bir doktora git”.
Batı Tiyenşan dağlarının uzaktan göründüğü bu sanayi kentinde kış ayları çok sert geçiyordu. Buradan götürdüğüm botlar, giydiğim kazaklar ve kabanın işe yaramadığını acı bir şekilde öğrendim. İçi keçeli bot ve oradakiler yaşayanlar gibi anorak giymek gerekiyormuş.
Şifayı kapmışım, ama bunu arkadaşlarla günü birlik gittiğimiz Özbekistan’ın kayak merkezi Çimgan’a gittiĞİm de anladım. Titriyordum, kapalı bir mekânda dönüş saatini bekledim. Isınmak için içtiğim votka da fayda etmedi.
Ertesi gün, hemen kasabadaki özel hastaneye gittim, Doktor Bahadır beni muayene etti. “Prömani (zatürrie) b’oldun, verdiğim ukolları kullan”. Eczaneye gittim, 3 serum ve yaklaşık 60 iğne verdi. İğne vurulmanın adı ukoldu.
Antibiyotiklere karşı bağışıklık kazandığımızı iğnelerin etkisinin zayıf olduğu acı bir şekilde gördüm. Tedavi uzayınca Taşkent’teki modern hastaneye gittim. Buradaki doktor bana bir kutu ithal antibiyotik ve vitamin verdi. Kullandığım ilaçları hemen bıraktım. Sonra, sonra ölüyordum… Güla Hanımı dinlememiştim.
Doktor Bahadır Eke’ye koştum. Adam çıldırdı. Bana, “Nasıl iyileşmezsin, verdiğim reçete nerede” diye sordu. Tabi ki, “Senin hastaneni beğenmedim, ilaçlarını yarıda bıraktım, Taşkent’teki modern (!) hastanedeki doktorun verdiği ilacı kullandım” diyemedim. İşyeri evime bir hemşire gönderdi. İyileşir, iyileşmez ve Türkiye’ye döndüm. Tabi ki hemen doktora koştum. Doktor iyileşmiş olduğumu söyledi. Eski mezun doktorun verdiği ilaçlar işe yaramış.
Bunları niye yazdım, uyarıyı dinlememiştim ve müstakillikten sonra mezun olmuş olan bir doktorun ilaçlarını kullanmıştım.
İkinci gidişimde okullarda notların parayla alınabildiğini öğrendim. Türkiye’ye döndüğümde Kırgizistan’daki bazı üniversitelerin, ülkemizdeki açık öğrenim modeliyle Kırgızistan’a gitmeden diploma verdiğini, bu şekilde diploma alanlar olduğunu öğrendim. Bulgaristan ayrı bir faciaydı. Sonunda YÖK bıktı, birçok üniversitenin diplomasını kabul edilmediğini ilan etti.
Bunları neden yazıyorum. Yurdumuzda her gün yeni bir üniversite kurulmakta. Kimisi devlet üniversitesi, kimisi vakıf, kimisi de tarikat üniversiteleri. Büyük bir deprem yaşaması bellenen, “Yaşanmaz bir kente dönen” İstanbul’da kurulan 60 yeni üniversitenin İstanbul nüfusuna katkısı 1, 5 milyon. Büyük kentlerde yüksek öğrenim yapmanın maliyetinin çok yüksek olduğu, bilimin sakin ortamlarda yapılabileceğini bir kenara bırakalım. Bu üniversitelerin çoğu apartman üniversitesi. Bir kısmı da devlet binalarına, arazilerine konarak faaliyet gösteriyorlar.
Lise öğreniminin çöktüğü, birkaç fen sorusunu çözenin mühendisliklere gittiği bir sistemimiz var. 2019 yılında sıfır çeken öğrenci sayısı 15 bin. Matematik, 40 soruda ortalama 4.7 doğru cevap; fizik 14 soruda 1 doğru cevap; kimya 13 soruda 1 doğru cevap; biyoloji 13 soruda doğru cevap 1.3. Toplam, 80 soruda ortalama 8 doğru cevap.
İlk okula giden öğrenci okulu bırakmazsa lise diploması cepte. Babasının parası varsa üniversite diploması cepte. Avrupa toplamından fazla hukuk fakültemiz var. 8-10 fen sorusu çözenler ise mühendislik fakültesinde okuyorlar.
Üniversiteye giren bir şekilde (!) mezun oluyor. Vakıf üniversitelerinde müşteriye, pardon öğrenciye zorluk çıkaran hocalar gönderiliyor, kopya çekmeye göz yummayan, kopya çekmeye izin vermeyen veya kopya çeken öğrenciyi yakalayan öldürülüyor.
Bu üniversitelerin çoğunda ciddi bir kütüphane yoktur apartmanlar labaratuvar kurmaya elverişli değil. Ya yeterli akademisyen var mı? Erdoğan ve kurmaylarının çok değer verdiği Fesli lakaplı Kadir Mısırlıoğlu, bir konuşmasında şunları söylemişti, “On üniversite, on fakülteden yüz fakülde eder. On profesörden bin profesör gerekir. Bu kadar profesör nerede?” demişti. Gerçi profesörlük, AKP ve FETÖ döneminde çok ucuzladı. İntihalle doçent, profesör olmak artık çok normal. Ortaya çıkanlara YÖK, ceza bile vermiyor.
Yaklaşık bir milyon öğretmen adayımız var. Avukat sayımız Avrupa’dan fazla. Sonra KPSS sınavında 70 puan alma yarışı, sınavsız torpille atanma. Yetmiş olmazsa altmış puana düşürülen barajlar…Özel sektörün işe almadıkları devlet kadrolarına doldurulur. İstenen özellik belli, bizden olmak. Bizden olmayan sınav birincileri zaten mülakatlarda eleniyor.
Devlet daireleri “Bizden olanlarla, vasatlarla” doldurduğunuzda ya başınıza oturduğunuz bina çöker ya elektrik çarpar ya da benim gibi acemi doktora denk gelirsiniz.
Seçim sizin.
Ekrem Hayri Peker
Haziran-2020