Atatürk diyor ki: “BÜYÜK olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin. Hiç kimseyi aldatmayacaksın. Ülke için gerçek amaç neyse, onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes, senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. Fakat, sen bunlara karşı direneceksin… Önüne sonsuz engeller de yığacaklardır. Kendini büyük değil, küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak, bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana BÜYÜK derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin…”
Büyük Atatürk’ün bu sözlerini yıllar öncede okumuştum, gençlik yıllarımda diyeyim!.. Tabi ki insan yaşadıkça tecrübe sahibi oluyor öyle ya da böyle. İşte bende o zamanlar bu sözlerin içeriğine pek dikkat etmemiştim ancak yaş kemale erip üzerinden tecrübe dediğimiz tren geçince, günümüz dünyasında ne denli doğruluk taşıdığının altını ne kadar çizsem azdır diye düşünüyorum TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN hamisi Büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bu sözlerin.
Bunlar, hakikaten ’Büyük’ olan ve kendisine güvenen bir adamım sözleri. Şimdi “Büyüklük” iddiasında olanlar var. Onun için bu sözler bu güne denk düştü.
Ünlü Amerikalı yazar Ralp Waldo Emerson’un (1803-1882- Şair, deneme yazarı ve dünya çapında etkili olan ilk Amerikan düşünürüdür.) “Kendine güvenmek” başlıklı bir yazısını da hatırladım. Yazıda ilginç bir bölüm var… Emerson “Büyük olmak yanlış anlaşılmaktır” der ama bunu “Yanlış anlaşılmak büyük olmaktır” şeklinde de anlayabilirsiniz…
Hakikaten “büyük” olmayıp da, “yanlış anlaşıldıkları” için büyük olduklarını iddia edenler çok zamanımızda!
Emerson diyor ki: “Deha, kendi düşüncelerine inanmak, ve kalbinizin derinliklerinde sizin için doğru olanların bütün insanlar için de doğru olduğuna inanmaktır!.. İçinizdeki inançları açıklayın. Bunlar sonunda evrensel gerçekler olacaktır.”
Emerson’dan bir hakikat daha: “Her deha eserinde, kendi terk ettiğimiz düşüncelerimizi buluruz.” Doğru değil mi?.. Yeni bir buluşla, doğru sözlerle karşılaştığımızda..
Ah keşke bunu ben bulsaydım. Keşke bu sözü ben söyleseydim demez miyiz?..
Büyük adamları, dehaları ötekilerden ayıran fark da budur işte…
“Kendine Güvenmek”, 1832-1839 arasındaki dergilere ve derslere dayanan Emerson’un yaşam deneyimlerinin bir araya getirilmiş bir kompozisyonudur ve kendi kendine yetmenin önemine odaklanır. İlk basımın özeti, “Kendini dışına bakma” anlamına gelen Latince bir cümleymiş. Denemenin üç farklı bölümü vardır: kendine güven, bireysel ve kendine güven, toplum ve kendine güven önemi.
Kendine güvenmek, hayatta sahip olmak istediğin şeylere ulaşmanın en kısa yolu. Kendine güvenin yerinde olduğu zaman neyi nasıl yapacağını çok fazla düşünmezsin. Sadece yaparsın. Sonunu düşünen kahraman olamaz derler ya, sen de içinden geldiği gibi hareket etmek istediğinde, aradığın gücü kendine güveninden alırsın. Yani kendinden. Yani dostlarım öncelikle ‘marka olmak için değil insan olmak’ için çalışın derim… İnsan olursak inanın marka geliyor ve yakanıza yapışıyor…
Kurumlar her zaman insana geçici, kurum markasına ise kalıcı olarak bakarlar. İş hayatında coğrafyadan bağımsız çoğu kez ilk öğretilen önce kurumun geldiği ilkesidir. Ancak kurumu marka yapan, itibarını yücelten ya da batıran her zaman çalışanları olmuştur.
“Biz şu bankayız dolayısı ile bize bu işi istediğimiz fiyata yapmak zorundasın.”
“Beğenmiyorsan çalışma kardeşim, ben istediğim zaman öderiz.”
“Bizim kurumun genel müdür yardımcıları ancak şu marka araca biner.”
“Kardeşim park ederim, sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
“Filancanın yeğeniymiş, aman işini halledelim.”
“Bak gör ben onu fena yapacağım, o kiminle dans ettiğini bilmiyor!”
“Benim arabam nerede? Ben genel müdürüm, ben beklemem.”
“Beklesin efendim. Kim oluyormuş o.”
Ve daha niceleri…
Yukarıda isimsiz cümleleri sizler inanıyorum ki kendi çevrenizden isimli hale kolayca getirebilirsiniz. Sonuçta böylesi örnekleri her gün yaşıyoruz. İnsanın içinde “kimsin sen ya!” şeklinde bir haykırışa yol açan bir gün içerisinde hepimizin başından geçen birçok olay. Bu tevazudan uzak davranış şekilleri ne yazık ki kurumlar güçlendikçe, çalışanlar kurum içinde mevki kazandıkça artış göstermekte. Kurumların performans, itibar gibi tüm uğraşılarını aslında 0 noktasına indiren ve muazzam algı kayıpları getiren bu ve benzeri örnekler özel sektör, devlet ve hatta sivil toplum kuruluşlarında bile karşımıza çıkmakta.
Tevazu sözcüğü genelde pek çok kurum kültürü kitapçığının içinde yer almakla beraber günümüzde kurumun bireyleri tarafından pek algılanmadığı aşikâr. Tevazu ve gereklerinin şan, şöhret getirmediği gerekçesi ile bir yana itilmesi aslında günümüz iş gücünün bazı kademelerinin entelektüel açıdan ne denli sığ hale geldiğine de bir işaret. Kurumların insan kaynakları politikalarının, iç eğitim yapılarının özrü şeklinde işaret edebileceğimiz böylesi problemler aslında pek çok kez aile içindeki düzen ve eğitimden de kaynaklanmakta.
Belki de toplumsal örf, adet ve ananelerimize bir kez daha mı baksak?
“Olgun başak eğridir” demiş atalarımız. Mevkileri ile ün yapan, mevkileri ile çevre yapan birçok kurum ya da kişi bu yaklaşımlarının geçici olduğunu bir gün anlamak zorunda kalıyorlar.
Evet, kurum kalıcıdır ancak o kurumu batıran da çıkaran da çalışanlarının değerleri olacaktır. Sonuçta rahmetli babamın sağlığında- kulağıma küpe olan sözü- bana her zaman dediği gibi, “bir insanın arkasında bırakacağı en önemli mirası ismi, soyadı ve o ismin soyadının nasıl anımsandığı” değil mi? Ve işte babam hâlâ unutulmayan bir isim.
Dün babamı tanıyan biri, babamla çalışmış babamdan genç bir meslektaşı, arkadaşı aradı ve bana babamdan söz etti, onu bana anlattı belki bu yanlarını bilmiyorsun dostumun oğlu dedi. İşte arkanda bıraktığın ayak izleri dedim yukarıda bana yaptığı nasihati anımsarken babamın. Önemli olan yaşamak değil yaşarken yaşam yolunda yürürken ardında bırakacağın olumlu izler… İşte babam göçüp gideli tam 12 yıl olmuş izleri duruyor. Bıraktığın mirasla biz gurur duyuyoruz babam… Ve onu tanıyanlar yaşıtı, meslektaşlarından iki kişi var yaşayan, birisi İzmir’de, birisi Samsun’da bu benim bildiğim ve yakından tanıdığım. Ve hâlâ konuştuğumuzda bana babamı anlatırlar. Onun bana bıraktığı mirasla gurur duyuyorum…
İşte son alıntı sözlerle; bu sabahı bırakıp gidiyorum yoluma, gönül heybeme aldığım dostlarımla akşam gün batımına doğru. Ve sabahtan heybemize ne aldığımıza bakıp diyelim ki; Akşam ola hayrola… Aldık mı bir güzellik, kurtuldu mu bir denizyıldızı…
“BEDAVA PEYNİR SADECE FARE KAPANINDA OLUR”
“Zirvelerde Kartallar da bulunur, Yılanlar da. Ancak birisi oraya süzülerek, diğeri ise sürünerek gelmiştir. Önemli olan nereye gelmiş olduğunuzdan çok, nereden ve nasıl geldiğinizdir.”
Haydi, o zaman şu sözüm bazılarına; “Bugün markanıza bir bakın…”
Diyor ve____
Yeni günün sizler için umut dolu, sevgi dolu geçmesini dilerken yüzünüzden gülümseme kalbinizden umut eksik olmasın, gününüz aydın mutluluğunuz daim, neşeniz bol olsun diye, dualar ediyorum Rabbime sizler için…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun…
#öskurşun#