Gün/aydın dostlarım…
Yaşamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
TÜRKCÜLÜK GÜNÜ
3 Mayıs Türkçüler günü kutlu olsun. Tanrı Türk’ü korusun.”
“Altaylardan Tuna’ya, Malazgirt’ten Kurtuluş’a bu milleti köklerinden koparmayan atalarımızın ruhu şad, 3 Mayıs Türkçüler Günü kutlu olsun”
Türkçülük, bilim-vatan ve ulusumuz uğruna, uzak tarihimiz boyunca Türk varlığının doğa ile bütünleşen göksel simgesi olan AY-YILDIZIMIZ uğruna, olağanüstü çalışma ve özveri gerektiren, gerekirse canını bile vermeyi göze alan büyük Türklerin uğraşı ki, bu uğraş uğruna ölen büyüklerimizin adı saymakla bitmez
Türkçülük, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılında ortaya çıkan fikir akımlarından biri olmuş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefelerinden birini teşkil etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Türkçülüğün önemli temsilcilerinden olan Ziya Gökalp için “Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir” ifadesini kullanmıştır.
Millî Ülkü, bir insanın veya bir topluluğun yüksek amaçları ve hedefleriyle ilgili değerlerin bütünüdür. Ulaşılması çok kere uzun zaman ve büyük çaba isteyen, uğrunda her türlü fedakârlığa katlanılmaktan kaçınılmayan bir inanış ve emeldir.
“Ülkü, bir millete ait olduğu zaman ona “millî ülkü” denir. Millî ülkünün o millete mensup fertlerin gönüllerinde ve dimağlarında yaktığı ateş, bütün ateşlerin en güzeli ve en parlağıdır. Bir milletin çocukları, ülkü ateşinin aydınlığında, geleceğe doğru daha emin ve daha güçlü adımlarla yürürler. İşte o zaman kendi benliklerini ve varlıklarını çok aşan bir gücün cazibesine kapıldıklarını anlarlar. Şahsî emellerin ve düşüncelerin, büyük bir millî ülkünün yanında ne kadar zavallı ve ne kadar anlamsız olduğunu daha iyi görürler.
Türklerin tek ve büyük ülküsü Türkçülüktür. Çünkü Türkçülük, hiçbir yabancı etki taşımadan Türk millî ruhundan ve vicdanından doğmuş kutlu bir inançtır. Onun yerini ne Marksizm ve liberalizm, ne de İslâmcılık ve demokrasi gibi dıştan gelme fikir akımları veya rejim modelleri tutabilir.
Millet, dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından ortak olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan, bir topluluktur. Türk köylüsü onu (dili dilime uyan, dini dinime uyan) diyerek tarif eder. İnsan ancak en çok dilde ve dinde ortak olduğu insanlarla beraber yaşamak ister.
Osmanlı’nın parçalanma döneminde, Ziya Gökalp gibi aslında Kürt olan, ancak Osmanlı hâkimiyetinin, başka milletlerde değil, İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, Ruslar’da değil, Türkler de olmasını, isteyen bir düşünür, yazardır, şairdir. O dönemde ki Türk yanlılarının oluşturduğu bir Türkçülük akımı söz konusudur. Osmanlı’nın son zamanlarında, parçalanma dönemlerinde, birçok Arnavut, Bulgar, Arap, Kürt vd. Türkçülük akımının içinde olmuş ve hâkimiyetin Türkler de kalması için büyük mücadele vermişlerdir.
Türkçülüğü sistemleştiren Ziya Gökalp’ın tarifine göre “Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir” “Yükseltmek”, çok geniş açılımları olan bir kavramdır. Bunun içine Türk milletinin “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkması”ndan kültür, ekonomi, siyaset, sanat, estetik vb. alanlarına kadar pek çok konu başlığı sığdırılabilir. Gökalp, bu tanımı, Cumhuriyet’in kuruluş yılında (1923) yayımlanan “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde yapmıştır. Bu eserde, bir bakıma, yeni devletin takip ve tatbik etmesi gereken temel konular belirtilmektedir
Ama maalesef bu kavramı birçok siyasetçi, bilim adamı dahi yanlış kullanmaktadır. Hatta kendisini Türk olarak tanımlayan insanlar dahi ‘ Ben Türkçüyüm’ der. Türk, Türkçü olamaz.
Bu ifadenin yanlış kullanımı ise, algıyı değiştirecek kadar siyasi – sosyal sorunları doğurur. Bu yanlış ifade, Irkçı suçlaması, Faşist bir yaklaşım şeklinde algıyı değiştirir. Kendisini Türk olarak tanımlayan birinin, ‘Ben Türkçüyüm’ ifadesiyle, hem yanlış bir tanımlama hem de ‘ırkçı – faşist’ algısıyla karşı karşıya kalır. Bu da Türk Halkı’nın, kendisine Türk demekten kaçınmasına, derse de faşist olduğunu düşündürecek, yanlış bir algıya sahip olmasına neden olur.
Ruslar, İngilizler, Fransızlar vd. terminolojilerinde böyle yanlış algı üretecek bir kavram yoktur. Ruslar ‘ Biz Rusçuyuz’ demezler. İngilizler ‘Biz İngilizciyiz’ demezler. Bu kavramı doğru kullanarak, bir halkın faşistlikle suçlanma zeminlerinden birini ortadan kaldırabiliriz.
Ben Türk’üm. Evet hepsi bu kadar. Ve bir Türk olduğum için, büyük ailemi düşünür ve severim. Elbette tüm insanları da severim. Ama nasıl önce kendi çocuğun, anne, baban çekirdek ailen ise, önce büyük ailemi severim. Bu da faşist ve ırkçı bir yaklaşım değildir.
Basit diye önemsemediğimiz kavramlar, yaşamımız içerisinde büyük etkilere sahiptir. Bir kelimedir ama vücuda giren bir kurşun gibidir.
Çünkü insani karakterimiz bedenimizde değil, ruhumuzdadır. Maddi becerilerimiz ırksızımdan geliyor, manevi becerilerimizde terbiyesini aldığımız toplumdan geliyor.
Büyük İskender diyordu ki; “Benim gerçek babam Filip değil, Aristo’dur. Çünkü birincisi maddi varlığımın, ikincisi manevi varlığımın meydana gelmesine neden olmuştur.” İnsan için, manevi varlık, maddi varlıktan önce gelir. Bu bakımdan, milliyette soy kütüğü aranmaz. Yalnız, terbiyenin ve idealin milli olması aranır. Normal bir insan, hangi milletin terbiyesini almışsa, ancak onun idealine çalışabilir. Çünkü ideal bir heyecan kaynağı olduğu içindir ki aranır. Hâlbuki terbiyesiyle büyümüş bulunmadığımız bir toplumun ideali ruhumuza asla heyecan veremez. Aksine, terbiyesini almış olduğumuz toplumun ideali ruhumuzu heyecanlara boğarak mutlu yaşamamıza neden olur.
Bundan dolayıdır ki, insan, terbiyesiyle büyüdüğü toplumun ideali uğruna hayatını feda edebilir. Hâlbuki zihnen kendisini bağlı sandığı bir toplum uğruna ufak bir çıkarını bile feda edemez. Kısaca insan, terbiyece ortak olmadığı, bir toplum işinde yaşarsa, Mutsuz olur.
Türkçülük veya Pantürkizm, herkesin anlayabileceği kolay bir kavram, herkesin yapabileceği kolay bir eylem değildir. Türkçülüğün temelinde, Türklüğün cihanşümul bilimi, Türkün cihanşümul yazgısı yatmaktadır. Bu kavramı ve bu eylemi ancak, Türkün yazgısını yaşayan ve Türklük biliminden uzman olan ender bireyler anlar ve yapar. Gelişmiş, gerçeğe uygun-bilime yatkın kavramlar-duygular kendini dışarı vurmaz-belli etmez. Nasıl günümüz dünyasında “İngilizcilik” diye bir sözcük-kavram kullanışta olmamasına rağmen İngiliz duygusu-dili dünyaya egemendir. Çünkü, “Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir.” Büyük Atatürk’ün, Türk Tarih Kurumu’nu, Türk Dil Kurumu’nu kurup, tarihle, dille uğraşmasının izahı-adı açıklanmamış Türkçülüktür ki, bilimsel Türkçülük-bilimsel doktrin dediğimiz veya Atatürk Türkçülüğü dediğimiz budur. “İçtenliğin dili yoktur, açıklanamaz. O gözlerden ve alınlardan anlaşılabilir”.
Türk tarihinin gelmiş-geçmiş hükümdarları arasında bilim ve Türklüğe verdiği önemiyle ayrı bir konuma sahip olan Büyük Timur (1336-1405) hakkındaki şu samimi ve alçak gönüllü değerlendirme Mustafa Kemal Atatürk’e aittir : “Ben Timur’un zamanında gelseydim Onun yaptığı işleri başaramazdım. O benim zamanımda gelseydi yaptıklarımdan daha fazlasını yapabilirdi”.
Yazıyı şu son bir kaç alıntı ile bitiriyorum:
Dünya çapında ve insanlık tarihi boyunca kötü güçler her zaman büyük ve ürkütücü olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebeple halkın olağanüstü akıl ve sezgi gücünün ürünü olan destanlardaki ve masallardaki tüm kötü güçler, ne kadar büyük ve korkunç olsalar bile adalet karşısında hep yenilmişlerdir (KURBAN 2007, s: 239).
Tarihin ve yaşamın insanlığa aşıladığı-öğrettiği ders-mantık şu ki: Zulüm geçici, insanlık kalıcıdır. Yalanlar er geç yok olup gidecek; gerçekler ise enkazların altından yeniden doğacaktır (Kurban 2007, s: 251).
Düşmanları tarafından “Pantürkist” olarak suçlanmış-Türk ulusunun büyük oğlu Mirseyit Sultangaliyev’in insanlık uğruna düşündüğü:
“Alem ne kadar güzel… Doğa ne kadar mükemmel… Şu alem, şu doğa koynunda yaşayan insan toplumu ve insanlar neden mükemmel olmasın?!…” (KURBAN 2014, s: 106).
Emir Timur diyor ki:
“Biz ki, Melik-i Turan;
Emir-i Türkistan’ız.
Biz ki, Türk oğlu Türk’üz.
Biz ki, Milletlerin en kadimi ve en ulusu Türk’ün başbuğuyuz”
Sevin, sevilin, sevmek dünyadaki en büyük güzelliktir.
Hayat sevince güzel ve diyelim ki her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…
Hepimiz için güzelliğin adının gerçekten daima ‘güzellik’ kalacağı ve daima gerçek rollerimiz için sahnede yer alabileceğimiz ömürler diliyorum… Umut ve sevgi gönül sofranızın baş tacı olsun…
Mutlu, kalpleriniz sevgi dolu sağlıklı bir Pazar gününüz olsun yaşamınızda, gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet dolsun güzel bir hafta sonunuz olsun…
#öskurşun#